Rasûlüllah’ın zuhurundan l0 sene, Hicret’ten 23 sene evvel Receb ayının 13. Cuma günü Mekke-i Mükerreme’de doğdu. 10 yaşında iken Efendimiz’in nübüvvetini ilan ettiği günün ertesi Salı günü îman nûruyla müşerref oldu.

 

4 sene 9 ay hilâfette bulundu. Ve 63 yaşında sabah namazını kılmak için mescide giderken, Hâricilerden İbni Mülcem tarafından kılıçla vuruldu ve iki gün sonra şehid oldu.

 

İsmi anıldığında hürmeten “Kerremallahü Vecheh” denmesi, puta secde etmediğindendir.

 

Babası Ebû Tâlib, Rasulü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz’in amcası olup, onun babası Abdulmuttalib ölüm döşeğindeyken oğlu Ebû Talib’e Efendimiz (S.A.V.) himâye etmesini tembih etmiş, o da vazifeyi ehemmiyetle yerine getirmişti.

Efendimiz nübüvvet nûrunu îcat edince, Ebû Cehil ve arkadaşları Ebû Talib’e gelip:

-“Arab kavmi içinde din ihdas ederek, Kureyş’in ilâhlarına devamlı hakâret eden Muhammed’i bize teslim et de onu kılıçlarımızla terbiye edelim. Yoksa iş başka renk alacak” diye tehditlerde bulundular. Onlar savuşup gittikten sonra Ebû Tâlib Rasûlüllah (S.A.V.)’i dâvetle onların söylediklerini nakledip, bunlarla kavgaya sebep olan hâllerden vazgeçmeyi söyledi. Efendimiz de ona:

-“Ya Ammi! Benim bütün işlerim ve sözlerim Allahü Teâlâ’nın fermanıyladır. Bu hususta ben hiç bir engel kabul edemem” buyurdu. Ebû Talib rikkate gelip hüngür hüngür ağlayarak:

-“Vallahi ben ölmedikçe onlar sana bir zarar veremezler. Müsterih ol. Ve her neye memur edilmişsen onu tamamlamaya çalış” dedi....

 

Hz. Ali’nin annesi vefat ettiğinde, Rasûlü Ekrem Efendimiz onu kendi gömleğine sarmış ve kabre konulduğunda, başında durarak bir çok duâlar etmişti. Bu büyük iltifatın sebebi sual edilince:

-“Ebû Talib’den sonra Fatıma kadar hiç kimse bana hizmette bulunmadı. Cennet elbiseleri giymesi için kendi gömleğimi giydirdim. Kabir azabını hafifletmek için kabri başında durdum"”buyurdular.

 

Hz. Ali (R.A.)’ın Hz. Fatıma ve diğer zevcelerinden 14’ü erkek, 18’i kız, 32 evlâdı olmuştur. Onlardan Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Muhsin, Hz. Zeynep ve Ümmü Gülsüm, Hz. Fatıma Vâlidemizden dünyaya gelmişlerdir.      Hz. Ali (R.A.)’ın Hz. Hatice Vâlidemizden sonra ikinci olarak îman eylediği rivâyet edilir.

 

Afif-ül Kindî Hz. anlatıyor:

-“Mekke’ye gelmiştim. Abbas Bin Abdul-Muttalib’in Kâbe karşısındaki dükkanına vardım. Bir zât gelip ta’zim ile Kâbe’ye yöneldi. Bir çocukla bir kadın gelip, çocuk o zâtın sağ tarafına, kadın da arkasında (namaza) durdular. Ve namaz bitinceye kadar her hareketlerinde o zâta tâbî oldular. Ben:

-“Bunlar kim? Ne yapıyorlar?” diye Abbas’a sordum. Abbas:

-“O zât biraderzâdem Muhammed bin Abdullah’dır Mâ’budu için “O, yerlerin ve göklerin rabbidir” der. Kendisinin de O’nun peygamberi olduğunu, yakında Kayser’in ve Kisrâ’nın memleketlerini ve definelerini ele geçireceğini söylüyor. Çocuk da kardeşim Ebû Talib’in oğlu Ali... Kadın ise Huveylid’in kızı, Muhammed’in zevcesi Hatice... İkisi de ona îman etmişler ve yeryüzünde bunlardan başka bu dine mensup kimse bilmiyorum” dedi.

Afif-ül Kindi Hz.: 

-“Keşke bende dördüncüleri olabilseydim” demiştir...

* * *

Hz. Ali’nin İslâmiyet’i Kabulü:

Hz. Hatîce Vâlidemiz, îman edip ikinci günü Rasûlüllah Efendimiz ile birlikte namaz kılarken Hz. Ali yanlarına gelmiş ve ne yaptıklarını sormuş; Efendimiz de:

-“Ya Ali! Bu yaptığımız, Din-i Mübin’in en mühim esaslarından olan namazdır. Ben seni de Allah’a îman ve dini üzere ibâdet etmeğe dâvet ederim” buyurduklarında Hz. Ali:

-“Bu şimdiye kadar hiç işitmediğim bir iştir. Babama danışmadan kabul edemem” demiş; bunun üzerine Efendimiz:

-“Ya Ali! Müslüman olmazsan bâri bu sırrı şimdilik ifşâ etme!” buyurmuştu.

Hz. Ali de dâimâ artan arzû ile, ertesi gün huzûr-u saâdete gelip:

-“Ya Rasûlüllah kabul buyurulursa dünkü dâvetinize bugün icâbet etmek istiyorum” demiş ve Rasûlüllah (S.A.V.) ona Kelime-i Şahâdeti tâlim eylemiştir.

 

Rasûlüllah Efendimiz Hz. Ali ile beraber gizlice namaz kılarlarken, babası Ebû Tâlib gördü. Yaptıklarının ne olduğunu sordu. Efendimiz (S.A.V.):

-“Bu Din-i Celîl, Allahü Teâlâ’nın meleklerinin, peygamberlerinin ve babamız İbrahim’in dinidir ki, Cenâb-ı Hak o dinle beni kullarına gönderdi. Benim hidâyet yoluna dâvet edeceklerimin ve bu dâvete icâbet etmeye en lâyık olanların başında sen varsın” buyurduklarında, Ebû Talib:

-“Ben dinimden ayrılmam. Ama Allah’a yemin ederim ki, ölünceye kadar sana Kureyş hâlkından bir zarar getirmeyeceğim” dedi.

Hz. Ali dâimâ Rasûlüllah Efendimiz’in meclisin-de bulunur ve feyiz alırdı.

Bütün Eshâb-ı Güzin Rasûlüllah (S.A.V.)’in müsâadesiyle hicret etmek üzere Medine-i Münevvere’ye doğru yola çıktıklarında, Mekke-i Mükerreme’de yalnız, Rasûlü Ekrem (S.A.V.) Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali kalmıştı. Kureyş hâlkı toplanıp Hz. Peygamber’i öldürmek kastıyla saâdet-hânelerini muhasara ettiler. O akşam Cibrîl A.S. hicret fermânını getirdi.

Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) de, Hz. Ali’yi dâvet ederek fermân-ı ilâhîyi kendisine bildirdi. Ve Kureyşlilerin anlamasın diye o gece Rasûlüllah yatağında yatması ve ödenmesi lâzım gelen şeyleri ödemek üzere, üç gün kadar Mekke’de kalması, daha sonra hâne halkıyla birlikte Medine’ye gelmesini emretti. Hz. Ali de Rasûlüllah’ın yeşil hırkasını giyip onun yatağına yattı. Sonra diğer işleri tamamlayarak ehl-i beyt-i Rasûl ile Medine’ye hicret etti. Gece yürür, gündüz gizlenirlerdi.

Medine’ye varınca Efendimiz kendisini çağırmışsa da, Hz. Ali’nin ayakları şişmiş, tabanları yüzülüp yara olduğu için gelemediğinden, Efendimiz Hz. Ali’nin yanına teşrif etti. Ve ızdırabını gördü. Mübârek elleri ile, ayaklarını sıvayarak duâ buyurdu. Hz. Ali’nin yaraları iyileşti ve ayaklarında şehit oluncaya kadar hiç bir hastalık görmedi.

 

Hz. Osman (R.A.) şehid edilince Talha, Zübeyr ve diğer Eshâb (R. Anhüm) Hazerâtı Hz. Ali K.V.’ye bîat etmek istediler. Hz. Ali ise hilâfeti kabul etmedi ve “Başkasını seçin, ben de ona bîat ederim” dedi. Onlar ısrar ittiler ve “Hilâfete senden lâyık kimse yoktur, biz ancak sana bîat ederiz” dediler.

Hz. Ali (R.A.): “Benden vazgeçin, seçeceğiniz zâta vezir olayım; bu benim için hâlîfelikten iyidir” dedi. Fakat ısrarları üzerine kabul etti. Ve bîat gizli olmaz diye Mescid’e gittiler. Önce Hz. Talha sonra Hz. Zübeyr ve diğer Eshâb bîat ettiler.

Hz. Talha (R.A.) Zübeyr ve bâzıları: “Yâ Ali! Biz bîat ederken hudûdun muhâfazasını şart koşmuştuk. İşte Osman’ın kâtilleri ortada; bunların îcâbına bakalım” dediler. Hz. Ali ise:

“Kardeşlerim, bildiklerinizi ben de biliyorum amma ne yapabiliriz? Şimdi bunlardan hakkımızı alabilir miyiz?” diyerek cezâyı tehir etmek lâzım dedi. Onlar da tasdik ettilerse de, asîlerin kendilerine zor kullanmaları ve bilhassa daha sonra Hz. Ali’ye hatırlattıkları diğer bâzı hususların tehir edilmesi üzerine, zuhur eden fitne gittikçe yayılmış, Müslümanlar kargaşa düşmüş, fesatçılar ortalığı karıştırmış büyük gayretlere rağmen felâketler önlenememiştir.

*

Hz. Ali (R.A.) , Hicret’in 40. Senesi Ramazan ayında Mescid-i Şerif’e giderken, İbn-i Mülcem tarafından vuruldu ve hânesine naklolundu. İbn-i Mülcem’i yakalayıp huzûruna getirdiklerinde:

-“Onu hapsedin. Ben ölürsem onu da öldürün. Sağ kalırsam ona ne yapacağımı ben biliyorum” buyurdu.

*

Vefâtına yakın oğulları Hasan ve Hüseyin (R.A.)’ya Vasiyetleri:

“Ey Benim Gözümün Nurları! Takvâya sımsıkı bağlanınız ve dünya size iltifat etse de siz ona îtibâr etmeyiniz. Dünyadan bir nesneyi elde edememekten dolayı gam çekmeyiniz. Dâimâ hakkı söyleyiniz. Yetimlere acıyınız. Zayıflara yardım ediniz. Âhiret için çalışınız. Zâlime husumet, mazluma merhamet edin, Allahü Teâlâ’nın emrini yerine getirirken hiç bir ayıplamadan çekinmeyiniz.

(Muhammed Bin Hânefi’yi göstererek) Bu da sizin kardeşinizdir. Babanızın oğludur. Babanızın ona olan muhabbetini biliyorsunuz. Kardeşinizi gözetiniz.

(Muhammed’e hitaben) de Oğulcağızım! Kardeşlerine her ne vasiyet ettimse sana da onu tavsiye ediyorum. Şu kadar var ki, kardeşlerinin senin üzerinde hakları çoktur. Onlara her zaman hürmet et. Onlardan gizli iş yapma” dedi ve kelime-i tevhid okuyup ruhunu teslim etti.

* * *

Yüzüğünde (Elmülkü Lillah) “Mülk Allah’ındır.” İbâresi yazılıydı.

 

Yiğitlik ve cesârette, kuvvet ve metânette emsâli yoktu. Hayber’in fethinde kale kapısını koparıp maddî ve mânevî gücüyle, kalkan gibi elinde tutarak muhârebe etmişti. Ebû Rafi:

-“Hz. Ali K.V.’nin söktüğü kale kapısını yedi kişiyle (Bir rivâyete göre yetmiş kişiyle) kaldırmağa teşebbüs ettik, yerinden oynatamadık” demiştir...

* * *

Kılıcında şu ibare yazılıydı:

Dünya husûsunda insanlar ne kadar hırslı ve tedbirli... Hâlbuki rızkların taksiminde aklın ve kemâlin tesiri yoktur. Ne takdir edilmişse rızklar o kadardır. Nice edepli akıllı insanlar var ki, dünya ona müsâit değildir. Nice ahmaklar da var ki, kusurlarına ve eksiklerine rağmen dünyalarına nâil olurlar. Eğer kuvvet ve gâlibiyete göre dünya ele geçecek olsaydı, şâhinler serçelere rızktan bir şey bırakmazdı”.

* * *

Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır. İlmi isteyen kapısına müracaat etsin” hadis-i şerifi ilimdeki şânına şâhittir.

Eshâb-ı Kirâm’ın aralarındaki müşkil mes’eleleri hâllederdi.

 

Abdullah bin Mes’ud:

- Hz. Ali’den başka hiç kimse “Bir müşkülünüz varsa bana sorun” diyemezdi. Zira o, bütün âyetlerin kimin hakkında, kimin aleyhinde, gece mi, gündüz mü, dağda mı, sahrada mı nâzil olduğunu bilirdi” demiştir.

 

İbni Abbas (R.A.):

-“Hz. Ali’ye ilmin dokuzu verilmiştir. Diğer kısmında da insanlarla müşterektir”, buyurdular...

 

Hadis-i şerifte: “Ali hüküm ve kâzâda hepinize üstündür” buyuruldu.

 

* Kendisine iki kişi geldi. Birisi:

-“Bu adamın sığırı, merkebîmi öldürdü” diye dâvâ etti. Hz. İmam, hayvanların bağlı olup olmadığını sordu. Merkebin bağlı ve sâhibinin de yanında olduğunu, sığırın bağlı olmadığını öğrenince, “Sığırın sâhibi eşeği tazmin etmesi lâzımdır” dedi. Bu hükmü Nebî-yi Ekrem (S.A.V.) Efendimiz de beğendi.

 

* İki kişi oturup ortaya biri üç, diğeri beş çörek koydular. Birlikte yerlerken başka biri de gelip onlarla birlikte ortadaki çöreklerden yedi ve yediğine karşılık, onlara sekiz dinar verip gitti. Parayı alan beş çörek sâhibi, arkadaşına üç dinar verip beş dinarı kendisi aldı. Arkadaşı râzı olmadı. Anlaşamadılar ve durumu Hz. İmama arz ettiler.

Hz. Ali üç çörek sâhibine:

-“Sen buna râzı ol. Arkadaşın sana hakkından da fazlasını vermiş. Çünkü onun çöreği seninkinden fazlaymış. Eğer ben hüküm verecek olursam, benim hükmüm haklı, hak da acı olur, daha mahzun olursun” buyurduklarında, Adam:

-“Ben acı da olsa ancak haktan râzı olurum ve onunla sükunet bulurum” dedi. Hz. İmam:

-“Senin hakkın aslında bir hissedir. Her çöreği üçe taksim edelim. Böylece hepsi yirmi dört hisse olur. Üçünüzden hanginizin ne miktar yediği belli olmadığından her biriniz eşit olarak sekizer hisse yemiş olacağından, para veren senin dokuz hissenden geriye kalan bir hisseni, arkadaşının da on beş hissesinden yedi hissesini yemiş olur. Bu hesapla arkadaşının yedi hisse, senin de bir hisse hakkınız olur” dedi ve parayı böyle taksim etti.

 

* Adamın biri geldi.

-“Yâ Emirel-Mü’minin! Bu adam benim anamla ihtilam ettiğini söylüyor. Hakkında şer’an lâzım geleni icrâ edin” dedi.

Hz. İmam (R.A.):

-“Adamı güneşe karşı tutun. Gölgesine seksen değnek vurun” buyurdu.

* * *

 

Hadis-i şerif: “Yâ Ali! Cenâb-ı Hak kullarına vermediği bir ziynetle seni süslemiştir. O ziynet, Allahü Teâlâ’nın indinde en makbul olan “Zühd”[1] ziynetidir. Bu zühd sende oldukça ne sen dünyadan, ne de dünya senden bir şey elde etmezsiniz.”

 

* Dört bin altın zekât verdiği günlerde nefsini ıslâh için karnına taş bağladığı olmuştur.

 

Son derece cömertti. Fakirleri kendine ve çoluk, çocuğuna tercih ederdi. İftar için hazırladığı yemeği, o saatte üç gün ard arda kapıya gelen sâil, yetim ve esire verip, su ile iftar etmelerinden dolayı haklarında:

-“Ellerinde bulunan azıcık yemeğe ihtiyaçları olduğu hâlde Allah’a muhabbetlerinden dolayı onu miskine (fukaraya) yetime ve esire yedirirler”[2] âyet-i celilesi nazil olmuştur.

 

Hz. Ömer (R.A.):

-“Hz. Ali’ye üç haslet verilmiştir. Bunlardan biri bende olsaydı dünya ve içindekilerle değişmezdim. buyurmuştur:

1- Rasûlüllah (S.A.V.)’in kerimesiyle evli olması;

2- Mescid-i Şerif’te Rasûlü Ekrem (S.A.V.) gibi ikâmet etmesinin helâl kılınması;

3- Hayber’in fethinde sancaktar olmasıdır.”

 

Dırar bin Hamza (R.A.) da hz. Ali hakkında:

-“Allah’a kasem ederim ki, Hz. Ali. “Çok mesafeler kat etmiş” ve          

1.Şedidül-Kuva’dır.

2.Hakîmane konuşur.

3.Âdilane hüküm verir

4.İlim onun civârından kaynar.

5.Hikmet onun lisanından cereyan eder

6.Dünyadan ve nimetlerinden nefret eder

7.Geceleri tâat ve ibâdetle ünsiyet eyler.

8.Allah korkusuyla çok ağlar.

9.İşlerin sonunu derinliğine düşünür.

10.Kısa elbise giyer.

11.Hafif yemekleri sever.

12.Aramızda bizler gibi olur.

13.Bir şey sorsak cevap verir,

14.Dâvet etsek hemen gelir.

15.Aramızdaki ülfet ve ünsiyete rağmen, heybetinden dilimiz tutulur.

16.Dindar olanlara tazim eder.

17.Fakirleri hoş tutar.

18.Onun korkusundan kimse yanlış iş yapmaya cesaret edemez.

19.Zayıflar onun adaletinden mahrum olmaz”. buyurmuştur.

 

Hâlid bin Muammer (R.A.):

-“Ali K.V. kızdığı zaman yumuşak huylu, sözünde sâdık, hükmünde kalb-i selim sâhibi, âdil bir hakimdir”, dedi.

 

Şiirde mâhirdi. Eşsiz şiirleri zamanımıza kadar ulaşmıştır. Hz. Ali K.V.’nin bir de Divan-ı Belâgat isimli ünlü eseri vardır.

 

Mealen bir şiiri:

“İnsanlar aynıdır. Babaları Hz. Âdem, anaları Hz. Havva ve asılları çamur...”

 

Şu hikmetli sözler de O’nun:

-“Fazîlet ve meziyet ancak ilim erbâbına mahsustur. Onlar hidâyet talep edenlere yol gösterirler. İnsanın kıymeti yaptığı iyiliklerdedir. Câhiller ilim erbâbına düşmandır. Sen ilim tahsiline devam et ve ilme karşılık bir şey bekleme! Çünkü câhiller ölü, âlimler diridir.”

-“Rızıklar gayret ve taleple hasıl olmaz.”

 

Haklarında varid olan Hadis-i Şeriflerden bazıları:

-Efendimiz Tebük seferine çıkarken, Hz. Ali’yi Hâlîfe bıraktığında Hz. İmam: “Ya Rasûlüllah, beni kadınlar ve çocuklar gibi cihâd şerefinden mahrum mu bırakacaksınız?” deyince Efendimiz “Sen bana Hârun A. S.’ ın Mûsa A.S.’a yakınlığı gibi olmaktan memnun ve râzı olmaz mısın?” buyurdular.

 

- Hz. İmam hakkında Efendimiz “Bu, Arabın efendisidir” buyurduklarında Hz. Âişe R. Anha “Arabın Efendisi sen değil misin. Ya Rasûlüllah?” dedi. Rasûlüllah Efendimiz “Ben, Âlemlerin Efendisi’yim. Ali, Arabın Efendisidir” buyurdular.

 

- Ben hikmet hazinesiyim. Ali onun kapısıdır.

 

-Hak Teâlâ dört kişiyi sevmemi emretti. Size haber veriyorum ki,ben onları seviyorum. Onlar: Ali, Ebû Zer, Mikdad ve Selman’dır.

 

-Hak Teâlâ bana Fâtıma’yı Ali’ye tezvic etmemi emretti.

 

-Ben kimin Efendisiysem, Ali de onun Efendisi-dir.

 

-Yâ Ali! Sen ve ben ilim ve nesebçe bitişik (vaziyette)yiz.

 

-Yâ Ali! Sen benim dünya ve âhirette kardeşimsin.

 

-Dâvete ilk icâbet edenler üçtür:

1.Mûsâ A.S.’a ilk inanan, Yuşa bin Nûn,

2. İsâ A.S.’a ilk inanan Habib-i Neccer,

3. Muhammed A.S.’a ilk inanan da Ali bin Ebî Tâlib’dir.

 

-Ali’nin yüzüne bakmak ibâdettir. (Sîmâsında ibâdet nûru görür de Allah’ı zikreder.

 

-Kim Ali’ye eziyet ederse, bana eziyet etmiştir.

 

-Ali’ye taan eden (kötü söyleyen) bana taan etmiş gibidir.

 

-Ali’yi seven beni sever. Beni seven Allahü Teâlâ’yı sever. Ali’ye buğzeden bana buğzeder. Bana buğzeden Allahü Teâlâ’ya buğzeder.

 

-Ali’yi sevmek mü’minin alâmetlerindendir.

 

-Ali Kur’an ile, Kur’an da Ali ile olup, kıyâmet gününe kadar birbirinden ayrılmazlar. Ali Kur’an’ın emir ve yasaklarına göre amel eder. Böylece ne Ali Kur’an’dan ne de Kur’an Ali’den ayrılmaz.

 

-Kardeşlerimin en hayırlısı, Ali; amcalarımın en hayırlısı, Hamza’dır.

 

-Ali iyilerin imamı, fâcirlerin düşmanıdır. Ona yardım edene yardım olunur. Onu horlayan da horlanır.

 

-Bana yakınlıkta Ali, bedenime nispetle başım gibidir.

 

-Sabah yıldızlarının dünya ehlini aydınlattığı gibi, Ali de cennette cennet ehlini aydınlatır.

 

-Muhakkak cennet üç kimseye âşıktır. Onlar: Ali, Ammar ve Selman’dır.

 

-Ali bendendir, ben de Ali’denim.

 

-Rasûlüllah (S.A.V.) bir gün ikindiden sonra Hz. İmam’ın dizine başını koymuş vaziyetteyken, kendisine vahîy gelmeye başladı ve güneşin batmasına kadar devam etti. Hz. İmam ikindi namazını kılmamış olduğu hâlde vahyin tamamlanmasına kadar hiç hareket etmedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:

-“Yâ Rabbi! Muhakkak Ali senin tâatında ve Rasûlünün hizmetindedir. Onun için güneşi geri çevir.” diye niyaz etti. Ve güneş batmak üzereyken durdu. Hz. İmam da namazını edâ etti.

 

Hikmetli Sözlerinden:

- Kişi dili altında saklıdır. Konuşturun, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.

 

- Dilediğine iyilik et, emîri olursun. İstediğinle çekiş, esiri olursun.

- İnsanın yaşayıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız cennete girmesinden hayırlıdır.

 

- Câhil sormaktan utanmasın. Âlim de “İyisini Allahü Teâlâ bilir” demekten sakınmasın.

 

-İlim kaynakları olunuz. Geceleri aydınlatan lâmbalar hâline geliniz. Kalpleriniz temiz olsun. Böyle olursanız Melekler âlemini görür, yerdekilere anlatırsınız.



[1] Zühd: Dünya zevklerini terk ile kendini ibâdete vermektir.

[2] . (S. İnsan 8)

   
© incemeseleler.com