Meali:
Biz, kurbanlık deve ve sığırları da, Allah’ın size verdiği dinin
alametlerinden kıldık. Sizin için bu kurbanlıklarda (dini dünyevi) hayır
vardır. O halde develeri, (ön ayaklarından biri bağlı olarak) ayakta
boğazlarken, üzerlerine Allah’ın ismini anın (besmele çekin). Yere düşüp
(canları çıktığı zaman) da, onlardan hem kendiniz yiyin, hem de
kanaatkâra ve dilenen yoksula yedirin. İşte böylece, bu hayvanları biz,
şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik. Onların ne etleri, ne de kanları
Allah’a ulaşır. Ona ancak sizin takvanız ulaşır. İşte kurbanlıkları böyle sizin
emrinize bağladı ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı, tekbir
getirerek anasınız. Güzel davrananları müjdele! (Hac-36-37)
Tefsir:
Biz büyük baş hayvanları (deve ve sığırları) Allah’ın size verdiği dinin alâmetlerinden kıldık. Burada büyükbaş hayvanlar manasındaki “büdün”, kurban edilmesi caiz olan deve ve sığır gibi hayvanlar manasına gelen “bedene” kelimesinin cemi’sidir.
Deve, vücudunun büyüklüğünden dolayı bu ismi almıştır. Sığırın da yedi kişiye kurban olması için cüzlerinde ortak olması gerekmez.
Hadis-i Şerif : Deve ve sığır yedi kişiden kurban olur.
“Bedene” ismi, şer’i şerifte sığıra da şâmildir. Ayeti Kerime’deki “büdün”, kendisini tefsir eden “cealnâhe” fiili ile nasb edilmiştir. “Sizin için yaratıp emrinize verdiğimiz” demektir. “Allah’ın, sizin için meşrû kıldığı dinin alâmetlerindendir” manasınadır.
“Sizin için bu kurbanlıklarda (dini ve dünyevi) hayır vardır.” Burası “istinaf” (söz başı)dır ki mâ kablini kuvvetlendirmektedir. Terğib (teşvik) demektir. Dinî hayır; Allah’a yakınlık ve ecrin husûlüdür. Dünyevi hayır ise; sütü, neslinin çoğalması ve yünüdür.
“O halde üzerlerine Allah’ın ismini anın” Keserken: (Bismillahi Allâh’ü Ekber, Lâ ilâhe illallâhü vallâhü Ekber, Allâh’ümme minke ileyke) yani “Allah’ın ismiyle, Allah büyüktür, Allah büyüktür, Allah’tan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah büyüktür. Allahım, bu sendendir ve yine sanadır” demek suretiyle üzerlerine Allah’ın ismini anın.
“Onlar ayakları üzerinde dururken” Yani sizin önünüzde sanki elini ayağını bağlamış, teslim olmuş vaziyette dururken. Müennes sığasıyla da okundu. Bu durumda mana, “Üç ayak üzerinde dururken” demektir. Çünkü devenin ön ayaklarından birisi bağlanır.
“Yan üstü yere düştüklerinde” Bu tabir ölümden kinayedir.
“Onlardan hem kendiniz yiyiniz, hem de kanâatkâra” Yanında bulunana ve istemeden verilene razı olup kanaat edene.
“Ve (dilenen) yoksula yedirin”
Kurban etinden zengin olsun, fakir olsun dilediğine yedirmek ve hediye etmek müstehabdır.
Kurban etinin üçte birini fakirlere tasadduk etmek, üçte birini dost ve akrabalarına yedirmek ve (but, kuyruk ve iç yağı gibi) aile efradına ayırmak mendup kılındı. Bu şekilde hareket tarzı hem sünnet, hem de muktesıd olanların derecesidir. Sâbıkıyn olanların derecesi ise; tadacak kadar yiyip geri kalanın tamamını tasadduk etmektir. Ama bununla beraber tamamını (kendi ailesine) yedirip saklamak da mübahtır. Bu da ailesine bolluk olması için avâm insanların derecesidir. Çünkü sırf kanı akıtmak suretiyle maksat hasıl olacaktır.
Mühim olan; takva ve hâlis niyettir. Allah’ü Teâlâ buna işaretle şöyle buyurmuştur.
“Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır” Yani onların tasadduk edilen etleri de, boğazlanmak suretiyle akıtılan kanları da Allah’ın rızasına ulaşmaz.
“Ona ancak sizin takvanız ulaşır.” Lakin Allah’ın emrine uymak, O’na yaklaşmak ve hâlis niyetten ibaret olan kalblerinizin takvası Allah’a ulaşır.
Allah’ü Teâlâ başka bir ayeti kerimede de;
“Allah, ancak takva sahiplerinin kurbanını kabul eder” (Maide-27) buyurmuştur.
Denil
di ki:
Câhiliyye
devrinde insanlar kurbanlarını kestikleri zaman Allâh’ü Teâlâ’ya yaklaşmak
maksadıyla kanını Kabe’ye sürerlerdi. Müslümanlar da böyle yapmak istemişlerdi.
Bu ayeti kerime nâzil oldu. (1)
Denildi ki:
Ebu Cehil’in bir devesi vardı. Bir put için kesmeyi nezretti. İki yüz dirheme kendisinden istenildiği vakit şöyle dedi:
-“Eğer Hübel (put adı) için kesmeyi nezretmemiş olsaydım elbette satardım.
Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. (Hayat-ül Kulûb)
Özetle muteber olan, sırf kan akıtmak ve et yedirmek değil, arzu edilen şey; takvâ ve ihlâsı elde etmektir. Kurban bayramı günü Allah’ın rızası için kan akıtmak suretiyle elde edilen yakınlık, hayvanın bedelini tasadduk etmekle elde edilmez.
Hadisi Şerif: Ademoğlu, kurban bayramı gününde Allah’a kan akıtmaktan (kurban kesmekten) daha sevimli bir amel yapmamış olur. Kurban kesildiğinde kanı daha yere değmeden Allah (Azze ve Celle Hazretlerinin) rıza mevkiine düşer. Şu halde kurbanınızı nefsinizi tayyib ederek, seve seve kesiniz. (Râmuz- 2/376)
Bilmelisin ki; Kurban kesmek dinin meşru kıldığı hususlardandır ve teşrik tekbirleri gibi islâmın vaciplerindendir. (2)
Ğâliye’de şöyle denilmektedir: Hür, müslüman, mukîm ve zengin (nisâba mâlik) herkesin kurban kesmesi vaciptir.
KURBANIN VÜCÛBUNA DELİL
Kurban kesmenin vâcib olduğuna delil, “O halde (şükür olarak) namaz kıl ve kurban kes” (Kevser-2) ayeti kerimesidir.
Ayetteki “namaz” kelimesi “bayram namazı” ile, “nahr” kelimesi de “kurban kesmek” ile tefsir edildi. Zira “nahr” emri namaza yakın olarak zikredilmiştir. O da ancak “kurban kesmek”tir.
Hadis-i Şerif : Kim kurban kesecek maddi imkânı olur da
kesmezse, namazgâhlarımıza yaklaşmasın.
İbn-i Bürde Radıyallâhü Anh bayram namazından önce kurban kestiğinde Rasülüllah Aleyhisselâm kendisine:
-“Kurbanını iâde et” buyurmuştur.
İade edilmesini emir ve terk edenin “namazgaha yaklaşmama” tehdidi kurbanın vücubuna iki delildir.
Kurban kesmek kendisi üzerine vacib olan zengin; yirmi miskâl altın veya iki yüz dirhem ya da fazla gümüşe sahip olan kimsedir. (3)
Kurbanın vacib olması için senenin geçmesi ve üreme gerekmez.
İbn-i Melek el Yesâr Şerh-i Mecma’ isimli eserinde şöyle demektedir:
Kurbanda, asli ihtiyaçlarından fazla olarak nisab, ya da kıymeti nisab miktarı bulunan mala sahip olmak lazımdır.
Hacet-i Asliyye (Asli ihtiyaçlar): Hakikaten veya hükmen helâkı insandan def eden şeydir.
Hakikaten olan, nafakası, oturacağı ev, ziraat aletleri ve benzerleridir.
Hükmen olan da borç, (çünkü borçlu, nisabdan elinde bulunanı, helâk mesabesinde olan hapisten kendisini kurtarmak için borcunu ödemeye muhtaçtır.) Sanat âletleri, ev eşyaları, binek hayvanı, ilim ehlinin ilim kitapları gibi. Çünkü bunlar asli ihtiyaçlar ile meşgul olurlar, yok gibidirler.
Yukarıda zikredildiği gibi, kurban nisâbında nemâ (üreme) vasfı muteber değildir.
Oturmadığı bir evi olan kimse onu kiraya versin ya da vermesin, kıymeti zenginlik (nisab) ta itibar edilir.
Yine, o evde oturuyor ama ihtiyacından fazla ise hüküm böyledir.
Biri yazlık, biri kışlık iki evi olan kimse bunlarla zengin sayılmaz. Eğer üç evi varsa üçüncü evin değeri nisapta hesap edilir. (4)
Üç
kat elbisesi olan zengin sayılmaz. Üç kat elbise ve iki kat döşekten fazlasının
kıymeti eğer iki yüz dirhem ve fazlası gümüşe denk ise zengin kabul edilir.
Gazi iki at ile zengin sayılmaz. Üç atı olup kıymeti iki yüz dirhem gümüşe denk ise zengin sayılır. (5)
Gazi olmayanların bir binekten fazlası ve bir hizmetçiden fazlasının kıymetine itibar edilir.
Nahiv, Tıp ve Edebiyat kitaplarının tamamı zenginlik (hesabında) dahildir. (Kadı han)
Tefsir, hadis ve fıkıh kitapları da velev ehli için olsun, bir nüshadan fazla ise (iki nüshadan fazla da denildi) dahildir.
İmam-ı Muhammed’den : Hadis ve tefsir kitapları her birinden iki nüsha da olsa zengin sayılmaz. (Ravzat-ül Ulemâ)
Mushaf birden fazla ise, çok güzel okuyan biri de olsa kıymeti zenginlikte itibar edilir.
Ziraatçı iki öküz ve ziraat âletleri ile zengin sayılmaz. Üç öküzü varsa birinin kıymeti itibar edilir. Bir inek de böyledir.
Bağın kıymeti iki yüz dirhem gümüşe müsavi ise zenginlik hesabında sayılır. Çünkü bağ ihtiyaç değil, eğlence ve gezi içindir. Zira insanlar meyvesiz yaşar, ama yiyeceksiz yaşayamazlar. (Ravza ve Hulâsa)
“Birisinin
kâr getiren bir akarı olsa kıymeti itibar edilir, geliri itibar edilmez”
denildi.
Ebu Ali ed Dekkâk’tan ise, “geliri itibar
edilir, kıymeti değil,” şeklinde geldi.
Kullandığı arazi, geliri bulunan bir vakıf arazisi ise ve bayram günlerinde de iki yüz dirhem miktarı ve fazlası bulunursa kurban kesmesi vacib olur.
Çamaşırcı da böyledir. Yanında sabun, (özel karışımlı) su (veya benzeri maddeler) bulunur ve kıymeti de iki yüz dirheme ulaşır ise vacib olur.
Ekmekçi de böyledir. Buğday veya tuz olur, kıymeti de iki yüz dirhem ve fazlası olursa üzerine kurban vacib olur.
Kıymeti iki yüz dirheme ulaşan gıda maddesi bulunan hakkında ihtilâf vardır. Ama zahir olan hüküm, zenginlik hesabında sayılmamasıdır. (Kadı han) (6)
Kadının kocası üzerinde mehir alacağı varsa, kocası da zengin ise (İmameyne göre) kadın bu alacağı ile zengin sayılır. Yalnız bu hüküm, mehir mehr-i muaccel olduğu zamandır. Müeccel ise ittifakla zengin sayılmaz. (Hulâsa)
Kadının bayramlarda giydiği ve kocası için süslendiği mücevherleri ve incileri varsa bunların kıymeti zenginlik ölçüsünde itibar edilir.
Yine kadının bir evi olup orada kocası ile oturuyorsa ve kocası da başka bir evde iskâna muktedir ise zenginlikte itibar edilir.
Fakirlik ve zenginlik hesabında kurban bayramının son günlerin (deki duruma) itibar edilir. Bayram günü geldiğinde malı olmayıp bayram günleri geçmeden evvel nisab miktarı mala sahip olsa borcu da yoksa kurban kesmesi vacip olur.
Kurban bayramı günü geldiğinde zengin iken, kurban kesme günü geçmeden malı helak olsa da nisab miktarından noksanlaşsa üzerine kurban vacib olmaz. (7)
KURBANIN CİNSİ
Kurban dört sınıf hayvandan caiz olur. (8) Deve, sığır, koyun ve keçi. Bunların erkeği ile dişisi müsavidir. Yalnız, deve ve sığırın dişisi, değer olarak erkek olanına eşit ise dişisini kurban etmek daha faziletlidir. Çünkü ekseriyetle insanlar dişisinin etine rağbet ederler.
Koyun ve keçiden ise erkeğini kesmek daha faziletlidir.
Koyun kesmek, sığırın yedide bir hissesinden daha faziletlidir.
Koç kesmek, koyundan daha faziletlidir. Ancak koyun kıymeti ve eti bakımından çok ise hüküm değişir. Keçinin dişisi tekeden daha faziletlidir.
Bu dört sınıf hayvanda muteber olan, iki yaşında olmaktır. Bu, koyun ve keçide bir seneyi bitirip ikinci seneden gün almış olmaktır. Sığırda, iki seneyi bitirmiş, üçüncü seneden gün almış olmaktır. Devede ise altı yaşını bitirip yediye girmiş olmaktır. Bunların altında olanlardan kurban caiz değildir. Ancak koyunda, altı ayını bitirip yedinci aydan gün alan bir kuzu annesi ile beraber olduğunda uzaktan ayırt edilemeyecek derecede iri olursa caizdir.
BOĞAZLAMA İŞLEMİ
Dini usullere göre boğazlama, nefes borusu ile yemek borusunu ve yanlarındaki iki damarı kesmek ile olur.
Kesim esnasında sünnet olan (bir ayağı bağlanıp) ayakta, sığır ve küçük baş hayvanı da yatırarak kesmektir.
HARAM OLAN ŞEYLER
Eti yenen hayvanların tamamı ancak ya kesmek, ya da bu iş için eğitimli köpeğin yaralaması durumunda etini yemek sahih (helâl) olur.
Hayvanı boğazlarken besmele çekmek şarttır. Besmeleyi kasden terk eden kimsenin kestiği hayvanın eti yenmez, haram olur. Bu hususta Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurdu:
Ayet Meâli : Üzerlerine Allah’ın ismi anılmamış (besmele çekilmemiş) olan hayvanlardan yemeyin. (En'am–121)
Ayet Meali: Size şunlar haram kılındı: (Eti yenen hayvanlardan boğazlanmaksızın ölen) ölü hayvan, akmış kan, domuzu eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan hayvan, bir de henüz canı üzerinde iken yetişip kesmediğiniz boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış, canavar tarafından parçalanmış hayvanlar, dikili taşlar üzerinde (câhiliyet devrinde taşlara hürmeten) kesilen, fal okları ile kısmet aramanız. İşte bunlar fısk (yoldan çıkış) tır. (Mâide–3)
Allah’ü Teâlâ bu ayette haram olanları açıklamıştır.
“Ölü hayvan”ın eti bunlardandır. Hazreti Allah onu mecburiyet olmadıkça haram kılmıştır. Çünkü kan lâtif bir cevherdir. Hayvan öldüğü zaman vücutta habsolur, kokar ve kendisinde (sağlığa) zararlı maddeler oluşur.
Balık ve çekirge bu hükmün dışındadır.
Hadis-i Şerif: “İki ölü ve iki kan size helâl kılındı.”
İki ölü, balık ile çekirge; iki kan da, ciğer ile dalaktır.
“Kan” da haram olanlardandır. Haram olmasının sebebi ise, necis olmasıdır. (Cahiliyye döneminde) bağırsağı kan ile doldurur, kızartır ve misafirlere ikram ederlerdi. Hazreti Allah bunu haram kıldı.
Damarlarda kalan kan af edilmiştir. Etin üzerindeki de böyledir. Çünkü kan, akmakla çıkmış olur.
“Hınzır” (domuz) da haramdır. Bunun haram olmasının sebebi de necis olmasıdır. Hayvanların aldığı gıdalar bedeninde cevher (öz, maya) olmakta ve gıdadan hâsıl olan şeyin cinsinden sıfat ve ahlaktan eser bırakmaktadır.
Domuzda, cidden tabiatında kötü ahlâk mevcuttur. Hırs, ahlâksızlık, menhiyyâta aşırı rağbet ve kıskanmama bunlardan bazılarıdır. İnsana da bu vasıflardan geçmesin diye yenmesi haram kılınmıştır. Görmez misin ki, onu yemeye devam eden kişide hırs ve kıskanmama gibi özellikleri nasıl oluşturmaktadır. Zira o cinsten başka bir erkek kendi dişisinin üzerine aşar da ona mâni olmaz. Ama koyun ve diğer hayvanlar böyle değildir.
“Allah’tan başkasının adına boğazlanan” yani bir put v.b. şeyler adına boğazlanan hayvanlar da haramdır. (9) (Yine cahiliyye devrinde) hayvanı boğazlarken “Lât ve Uzzânın adıyla” derlerdi. Bu da kendilerine haram kılındı.
“Boğulmuş” hayvanlar da haramdır. Yani, bir insanın veya başkasının boğmasıyla, ölünceye kadar nefesini tutmak suretiyle boğularak ölen hayvanların da yenilmesi haramdır. Cahiliyye döneminde insanlar hayvanları boğarlar, ölünce de yerlerdi.
“Mevkûze”, yani her hangi bir madde ile vurulmuş ve ölmüş olan hayvanın eti de haram olur. Tüfek ile vurulan hayvan da böyledir. Kanı akmadan öldüğü için “ölü hayvan” hükmündedir.
“Mütereddiye”, yani dağ gibi yüksek bir yerden yuvarlanıp düşmüş veya kuyuya düşmüş ve ölmüş olan hayvanın da eti yenmez.
“Natîha”, yani başka bir hayvan tarafından süsülen, boynuzu ile vurulan ve ölen hayvan da kanı akmadığı için “ölü hayvan” durumundadır ve eti yenmez.
Aslan v.b. hayvanların parçaladığı hayvanın eti de haram olanlardandır. Cahiliyye devrinin insanları, aslanın yaralayıp öldürdüğü ve bir kısmını yediği hayvanın geri kalan kısmını yerlerdi.
“Yetişip kestikleriniz müstesna.” Yani boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanıp düşmüş, başka bir hayvan tarafından boynuzlanmış ve aslan – canavar tarafından parçalanmış hayvanlar henüz ölmemiş, hayatta iken yetişip kestikleriniz helâldir.
Bu sayılan hayvanlardan müslüman ve âkıl bâliğ olanın kestiği helâl olur. Ehl-i kitabın gayri kâfirlerin kestiği de haramdır.
KURBAN KESERKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
Mümkünse, kurbanını kendi eliyle kesmesi edebe uygun bir hareket tarzıdır. Eğer kendisi güzel kesemiyorsa bir başkasına vekâlet verir, kendisi de başında bulunur, duasını okur. Çünkü kurbanlık hayvanın tüyleri adedince kendisine sevap vardır.
Aleyhisselâm Efendimiz Fatıma Radıyallahü Anhâ validemize:
-“Kurbanının yanında dikil ve kesim anında başında bulun. Çünkü onun
her kanının her damlasında senin geçmiş günahların için af edilmek vardır,”
buyurmuştur. (10)
Kurbanı kör bıçakla kesmemek lâzımdır. Hayvanı yere
yatırmadan evvel bıçağı bilemelidir.Yatırdıktan sonra bilemek mekruhtur.
Rasülüllah S.A.V. bir defasında ayağıyla koyuna basıp bıçağını bileyen birisini görmüştü. Koyun da gözleri açık, bu durumu seyrediyordu. Efendimiz adama şöyle çıkıştılar:
-“Onu birkaç defa öldürmek mi istiyorsun? Hayvanı yatırmadan
bıçağını bileseydin ya!”
Yine, kurbanı kesileceği yere ayağından tutup çekmek, sürüklemek mekruhtur. Çünkü o, kendisi hakkında düşünüleni anlar.
Haberde geldi ki: Hayvanlar hayvan olarak yaratıldı. Yalnız dört konuda müstesna: Yaratıcısı, rızk vereni, ölümü ve karşı cins ile birleşmesi.
Hayvanı diri iken, damarları kesilinceye kadar ensesinden kesmek mekruhtur. Değilse boğazlanmadan ölmüş olacağı için eti helâl olmaz.
Netice olarak, kesilecek hayvana güzel muamele etmemek büyük günahlardandır. Mesela, ifrat edip can damarına kadar kesmek, kesilecek yer ortaya çıksın diye başını çekmek, hareketi kesilmeden boynunu kırmak, soğumadan evvel başını kesmek ve yüzmek gibi.
Hadisi Şerif: Şüphesiz Allah ihsanını her şey üzerine yazdı. Bir şeyi öldüreceğiniz zaman güzelce öldürün. Kurban keserken kesimi güzel yapın. Sizden (kurban kesecek) biriniz bıçağını keskin yapsın ki hayvan rahat etsin. (Müslim)
Yine, yüzünü kıbleye döndürmeyi terk etmek sünnete aykırı bir hareket olduğu için mekruhtur.
BU ÜMMETİN FAKİRLERİ
Bu ümmetin fakirleri, şan ve şeref bakımından zenginlerinden çok daha büyüktür.
Hadis-i Şerif’te şöyle buyuruldu:
-“Cennette kırmızı yakuttan evler vardır. Cennet ehli oraya, dünya
ehlinin gökyüzündeki yıldızlara baktığı gibi bakar. Oraya ancak fakir
peygamber, fakir şehid ve fakir mümin girer.”
Haberde geldiğine göre fakirler, zenginlerden yarım gün (bu da beş yüz senedir) sonra Cennete gireceklerdir. (Ramuz 1/124)
Fakirlerin ve gariplerin kalplerini araştırmak ve hususiyle bu mübarek bayram gününde dualarını almak icap eder. Çünkü bu gün sevinç ve eşitlik günüdür.
Ziyafette garip, izâfette nûn gibidir. (İzafet yaparken nûn düşer. Ziyafette de garipler çağırılmaz. Böyle olmamalı...)
BAYRAM GÜNÜ NE YAPILIR ?
Bayram namazının kılınış şekli, “Ramazan Bayramı” sohbetinde geçti..
Kurban bayramı günü bayram namazını kılıncaya kadar yemek yemeyip kurbanın etinden yemek müstehabdır. Çünkü sünnet olan, Peygamber Efendimizin yaptığı gibi kurbanın ciğerinden yemektir.
Bu mevzuda doğru olan, sadece kurban kesene mahsus olmamasıdır, umumidir. Zira Sahâbe-i Kiram (bayram) namazı kılınıncaya kadar çocuklarını yemekten, bebeklerini süt emmekten men ederlerdi.
Bayram günü silah ile oynamak, yarış yapmak ve giyilmesi mubah olan en güzel elbiselerini giymeye ruhsat verilmiştir. Çünkü ipek, erkeklere, hatta erkek çocuklara haramdır.
Bayram, yeni elbiseler giyenlerin değildir.
Bayram, azaptan emin olanlar içindir.
Bayram, şeref ve şanları dikenlerin değildir.
Bayram, kabir azabından emin olanlar içindir.
Öyle ise kalplerinizi Cennet ve Cehennemi anlamaya hazırlayın.
Rabbinize hususiyle şu bayram gününde itaat edin.
Çünkü bugün eşhür-ü hurumdandır, bu günlerde nefsinize zulmetmeyin. Böyle yapmak suçların en çirkini ve zulümlerin en kötüsüdür.
KURBAN VE
FAZİLETLERİ-II
Nebi
S.A.V. den rivayet edildi:
-“Kim,
benim üzerime çok salavat okursa, Hazreti Allah ona, sonrasında fakirlik
olmayan bir zenginlik verir.
Bir başka Hadis-i Şerifte şöyle buyurdular:
-“Kim bana her gün beş yüz salavat okursa ebediyyen fakirlik yüzü
görmez.”
Allâhümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli
seyyidinâ Muhammedin fi külli lemhatin ve nefesin biadedi külli ma’lûmin leke.
KURBANIN KESİLME VAKTİ
Kurbanın ilk kesilme vakti, bayramın birinci günü fecir doğduktan sonradır. Lâkin, şehirde (ya da bayram namazı kılınan şehir gibi yerlerde) ikâmet edenlerin önce bayram namazını kılmaları şarttır. Şehirde olanların imam bayram namazını bitirmeden kurbanlarını kesmeleri câiz değildir. İmam namazı kılmadan veya teşehhüt miktarı oturmadan kesmiş olsa sahih olmaz. İmam teşehhüt miktarı oturduktan sonra, selâmından önce kesmiş olsa açık rivayete göre caiz olmaz, kesen (vaktinden önce kestiği için) günahkâr olur.
Hasan bin Ziyâd, “İmam hutbeyi bitirinceye kadar kurbanı kesmemek lâzımdır.” dedi.
İmam cemaatle (bayram namazını kılmak üzere) sahrâya çıksa, birisine de beldede kalan zayıflara namaz kıldırmasını emretse, bazıları da iki topluluktan biri namazı kıldıktan sonra kurban kesse istihsânen câizdir.
Bir beldede ya imamın yokluğu ya da ayaklanma ve fitne ehlinin galibiyeti sebebiyle bayram namazı kılınamayacak olursa, birinci günü zevâl (öğle)den önce kesmek câizdir. İkinci günü ise hem zevâlden önce hem de sonra kesilir.
Bazılarınca, “böyle bir beldede namaz kılma ümidi olmadığı için hangi vakitte olsa câizdir” denildi.
Bayram günü imam bayram namazını te’hir ederse, insanların kurban kesmeyi zevâl vaktine kadar geciktirmesi gerekir.
Eğer imam bayram namazını ikinci veya üçüncü günü kıldırsa, insanlardan bazısı da imam namazı kıldırmadan evvel kurbanlarını kesseler, câizdir. Çünkü bu takdirde namazın sünnete uygun vakti geçmiş olur.
Mekânda itibar, kurban sahibinin bulunduğu yere değil, kurbanın kesildiği yeredir. Kurban şehirde, sahibi de (bayram namazı kılınmayan) köyde bulunsa, şehirde bulunan ehline kesmelerini emretse, onlar da namazdan önce kesmiş olsalar câiz olmaz. Ama, kurban köyde, sahibi şehirde bulunsa, yakınları da fecirden sonra, bayram namazının öncesinde kesmiş olsalar câiz olur. (Hidâye)
Kurban sahibi bir beldede, kesivermelerini söylediği yakınları da başka bir beldede bulunsa, itibar kurbanın bulunduğu mekâna olduğundan, kendi beldelerindeki imamın namazından sonra kesmeleri lâzımdır.
Bir kimse et için acele etse de kurbanını beldeden dışarı çıkarsa ve namazdan önce kesmiş olsa “eğer misafirin namazını kısaltması mübah olan uzaklığa çıkarırsa caizdir, aksi takdirde caiz olmaz” dediler.
Bütün bu hükümler şehirde (ve bayram namazı kılınan köylerde) oturanlar içindir.
(Bayram namazı kılınmayan) köylerde yaşayanlara gelince, bunların Zilhiccenin onuncu günü ikinci fecrin (sâdık) doğuşundan sonra kurbanlarını kesmeleri caizdir.
Göçebe olanlar, sahrada yaşayanlar ise ancak en yakın beldedeki imam namazını kıldıktan sonra kesebilirler.
Kurban kesilmesinin son vakti, herkes için (şehir, köy, göçebe ehli) kurban bayramının üçüncü gününün güneş batımına yakın zamanıdır.
Kurban kesimi için en faziletli gün birinci, en az faziletli olanı ise üçüncü gündür.
Geceleyin kurban kesmek caiz olmakla beraber, gece karanlığında yanlış yapma ihtimâli bulunduğundan (tenzihen) mekruhtur.
(Mecâlis-i Rûmî)
İki kişi yanlışlıkla birbirlerinin kurbanını kesmiş olsalar her biri için istihsânen caizdir ve sanki her biri “delâleten emri” ile diğerinin kurbanını kesivermiş olur. Birbirlerinden kesilmiş hayvanlarını alırlar.
Eğer yedikten sonra yanlışlığı anlasalar birbirleri ile helâlleşirler ve kurban vecibelerini yerine getirmiş olurlar. Razı olmazlarsa her biri diğerine koyununun kıymetini öder ve eğer kurban günleri geçmemiş ise kıymetini tasadduk ederler. (Hulâsa)
(1)
CAHİLİYYE DEVRİNİN YANLIŞ İNANÇ VE ADETLERİ
Câhiliyye Arablarının bir takım yanlış inançları ve çirkin adetleri vardı.
Bunlardan bazıları:
1-Kestikleri kurbanların kanlarını Kabe’ye sürmeleri,
2-Fakirlik korkusuyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek.
Cahiliyye devrinde birisinin kız çocuğu dünyaya geldiği zaman onu diri diri toprağa gömerdi. Kendisine “bir kızın doğdu” diye müjdelendiği zaman öfkelenir ve yüzünü karartırdı.
Denildi ki: Onlar kız çocuklarını utanma korkusuyla öldürürlerdi.
Mekke’de bir dağ vardı, ona “Ebu Delâme” derlerdi. Kureyşliler kız çocuklarını orada diri diri gömerlerdi.
Rivayet
(Şair) Ferazdak’ın dedesi Sa’saa kız çocuklarını satın alır ve onları öldürülmekten kurtarırdı. Her kız çocuğu iki dişi, bir erkek deveye idi.
İslâm dini geldiğinde bu âdeti iptal etti ve haram kıldı.
Allâh’ü Teâlâ İsra suresinde şöyle buyurdu:
-“Fakirlik korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin. Onlara da, size de rızkı biz veririz. Muhakkak ki onları öldürmek, çok büyük bir günahtır. (İsra-31)
3-Ratîme âdeti:
Arablar, kendilerinden birisi öldüğü zaman devesini kabrinin yanı başına bağlarlar, gözlerini kapatırlar ve hayvanı ölüme terk ederlerdi. Ölü diriltilip kabrinden kalktığı zaman ona bineceğine inanırlardı.
4-Hâme inancı:
İnsan öldürüldüğünde intikâmı alınmadığı zaman, onun başından Hâme adında baykuşa benzer bir kuş çıkar ve intikâmı alınıncaya kadar o kişinin kabri üstünde “beni sulayın” diye bağırmaya devam eder.
5-Safer
inancı:
İnsan acıktığı zaman, eğe kemikleri üstünden karnında bulunan ve “Safer” denilen bir yılan meydana çıkar ve onu ısırır.
Bunlar ve bunların dışında daha başka çirkin adetler ve batıl inançlar da vardı ki, İslâm geldi, onların bu evhamdan ibaret olan âdetlerini iptal etti.
Hadis-i Şerif: Advâ (hastalık sirayeti) yoktur (Allah izin vermedikçe.) Kuşu uğursuz saymak da yoktur. Hâme (baykuşa benzeyen kuş) da yoktur. Safer (insanın karnındaki yılan, hastalık inancı) da yoktur. (Ramuz. 2/481)
Hadis-i Şerifte geçen Advâ; hastalığın, sahibinden geçip başkasına sirayet etmesidir ki tabiatçılar bunun bittabi’ (hiçbir sebep yok iken) sirayet edeceğine inanırlar. Halbuki o, meşiyyeti Rabbaniyye’ye (Allah’ın dilemesine) bağlıdır.
Tıyara; bir şeyi uğursuz, şer alâmeti saymak demektir.
Safer ise ya zikredildiği gibi insanın karnında bulunan bir hayvandır. Ya da Nesî’de Muharrem ayını geciktirip Safere bırakmak demektir ki bu mevzu otuz dördüncü sohbette gelecek.
(2)
İSLAMIN VACİBLERİ YEDİDİR.
1-Fıtır sadakası,
2-Yakın akrabanın nafakası,
3-Vitir namazı,
4-Kurban,
5-Umre,
6-Ana-babaya hizmet etmek,
7-Kadının kocasına hizmeti.
(İbn-i Abidin)
Ğaliye’de İmam-ı Şa’râni’nin mizânından naklen şöyle zikredilmiştir:
Kurban’ın, şer’i şerifin aslı ile meşrû olduğuna ümmet (in müctehidleri) icma’ etmiş, ancak vücûbunda ihtilaf etmişlerdir.
İmam-ı Ebu Hanife, Muhammed ve Züfer’e (Rh.) göre vaciptir. Ebu Yusuf ve Şafii’ye göre ise şu Hadisi Şeriflere dayanarak sünnettir.
Hadis-i Şerif: “Sizden biriniz kurban kesmek istediği zaman
tüyünden ve tırnaklarından hiç bir şey almasın.”
“Burada Efendimiz kurbanı iradeye bağlamıştır. Bu da vücuba zıttır” dediler.
Hadis-i Şerif: “Üç şey bana farz, size değildir. Kurban
kesmek, Duha namazı ve Vitir namazı.”
Bir rivayete göre de “bunlar size nafiledir.” diye gelmiştir.
(Ramuz – 1/263)
(3)
Bu nisab (miktarı mala sahip olmaya), zekât almanın haramlığı, fıtır sadakası ve kurbanın vacip olması taalluk eder.
ZENGİNLİK ÜÇ MERTEBEDİR
Birinci mertebe zenginlik: İstemesi (dilenmesi) ve sadaka alması haram olur, fıtır sadakası, kurban ve zekât vermesi vacip olur. Bu kimse, tam, kâmil ve nâmi (üreyici) nisaba mâlik olandır.
İkinci mertebe zenginlik: İstemek ve sadaka almak haram olur. Zekât değil de, fıtır sadakası ve kurban vacib olur. Bu kimse, kendisinde nâmi (üreyici) olma özelliği bulunmayan nisab miktarı mala veya onun kıymetine sahip olan kimsedir.
Üçüncü mertebe zenginlik: İstemesi haram, sadaka alması haram değildir. Ayrıca zikredilen fıtır sadakası, kurban ve zekât vermek de kendisi üzerine vacib değildir. Bu kimse ise, günlük azığa ve avretini örtecek elbiseye sahip olan kimsedir.
Fakirlik ve zenginlikte itibar, kurban günlerinin sonunadır. Bir kimse kurban bayramı geldiğinde malı olmasa, sonra kurban kesim günleri (3. Gün) geçmeden evvel nisab miktarı mal edinse ve borcu da bulunmasa kurban kesmesi vacib olur.
Kurban bayramı geldiğinde zengin olan bir kimsenin ise kesim günleri geçmeden evvel malı helâk olsa veya nisab miktarından noksan hale gelse kurban kesmesi vacib olmaz. (Mecâlis-i Rûmî)
(4)
Bilinmelidir ki:
Kâfi miktarda olandan fazla bina kıyamet alâmetlerindendir.
Denildi ki: Örümceğin evi öleceğe çoktur.
Bu mevzu ile ilgili sözler geride geçti...
DÖRT ÇEŞİT MAL VARDIR
Aristo’dan:
Mal dört kısımdır.
1-Rahmânî
2-Şeytânî
3-Şeddâdî
4-Kârûnî
1-Rahmânî: Hayırlı işlere sarf edilen maldır. Halil İbrahim Aleyhisselam’ın sarf ettiği gibi.
2-Şeytânî: Günah, cinayet ve rüşvette harcanan maldır.
3-Şeddâdî: Bina, köşk-saray ve arazilere sarf edilen maldır. Şeddad bin Âd’ın sarf ettiği gibi.
Hazreti Allah onlar hakkında Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
Görmedin mi, Rabbin nasıl (azab) etti. Âd’a, O direk gibi (uzun boylu insanlardan ibaret) İrem kavmine? Öyle bir kavim ki, memleketler içinde (boy ve kuvvetçe ) onun gibisi yaratılmamıştı. (Nasıl azab etti) vadilerde kayaları oyan (ve böylece şehirler kuran) Semûd’a? (Fecr-6-10)
4-Kârûnî: Biriktirilip hazine olmuş ve sonra da sahibi kendisinden yiyemeden ya da hiç kimseye bir şey infak edemeden yere gömülen maldır. (Tarih-i İskender’den)
Hasılı, aslî ihtiyaçtan olan şeylerle elbette meşgul olmak lâzımdır. Ama, gelecekte ihtiyaç duyabileceği şeylerle meşgul olmamalıdır. Çünkü hiç bir mal yoktur ki insan gelecek bir vakitte ona ihtiyaç duymasın.
Hatta kira ile bir evde oturuyor olsa ve iki yüz dirheme bir arsa alıp oraya oturmak için bina yapsa, o kimse bu mal ile zengin sayılır. Çünkü, o andaki asli ihtiyaçlarından fazladır. Ona gelecekte ihtiyacı olacaktır. (Mecâlis-i Rumi)
(5)
Gâzi iki at ile zengin olmaz. Çünkü iki at onun ihtiyaçlarındandır.
Mü’min övünmek ve iftihar etmek için değil, üzerinde kafirlerle gaza etmek için at edinmelidir. Eğer iftihar niyeti ile olursa şer sayılır.
UĞURSUZLUK ÜÇ ŞEY İLEDİR
Hadis-i Şerifte “Uğursuzluk ancak üç şeydedir: Atta, kadında ve evde” buyurulmuştur. (Ramuz 1/138)
Atın uğursuz, şer olması: Ya serkeş, âsi ve huysuz olması ile veya haramda ve iftihar için kullanıp üzerinde, Allah yolunda gaza edilmemesi suretiyle olur.
At harp âleti olduğu için, ona hürmeten eti yenmez. İnsanın da kerameten eti yenmediği gibi. Allâh’ü Teâlâ bu hakikate; “Gerçekten biz, Âdem Oğullarını (diğer hayvanlar üzerine) üstün kıldık.” (İsra-70) buyurarak işaret etmiştir.
Hür olsun, köle olsun bir kadının sütünü, velev ki bir kaba sağdıktan sonra bile olsa satmak caiz değildir. Çünkü o, insanın bir cüzüdür. İnsan ise, bütün cüzleriyle beraber, satmak suretiyle harcamadan korunmuştur.
Yine, insanın saçını satmak, ondan faydalanmak ve herhangi bir cüzünü satmak, -hor hakir ve değersiz şekilde- kullanılan bir madde haline gelmesin için caiz değildir.
Mesele: İnsan bir inci tanesi yutsa ve ölse, “insanın hürmeti malın hürmetinden daha büyük olduğundan karnı yarılmaz” denildi. İncinin kıymeti geride kalan malından ödenmesi gerekir. (Dürrü Muhtâr)
Kadındaki uğursuzluk: Ağzı bozuk olması veya çocuk doğurmayan, kısır olması iledir. Çünkü doğurgan olmak güzel olmaktan daha hayırlıdır.
Hadis-i Şerifte “ Dış güzelliği (içi çirkin olanın) dan sakının” buyurulmuştur. Bu, “dışı güzel olup da içi kötü olan, kötülük menbaı kadınlardan sakının” demektir.
Kadının mehrinin çok olması, geçimsiz olması ve zor doğurması da uğursuzluklarındandır.
Kadınların hayırlısı; doğurgan, çok muhabbetli, güzel ahlâklı, iffetli (namuslu), ehline karşı iyi huylu, efendisine karşı zelîl, kocasına süslenen, başkasından korunan, kocasını dinleyip emrine itaat edenidir. Müslüman olmaktan sonra böylesi bir kadından daha faziletli ve daha faydalı bir şey yoktur. (Mekârim-ül Ahlâk)
Evin uğursuz olması ise, dar olması, kötü komşularının bulunması, mescide uzak olması ve benzeri hoş olmayan yönleridir.
(6)
TEVEKKÜL
Tevekkül her hal ve durumda herkese lâzım olan bir meziyettir. Allah’ü Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Artık gerçek müminlerseniz Allah’a tevekkül edin.”
(Maide-23)
“Kim Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Muhakkak ki Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir kader, (ölçü ve muayyen bir zaman) tayin etmiştir.” (Talâk-3)
“Fakat münafıklar (bu gerçeği) anlamazlar.” (Münafikûn-7)
Şiblî
Kuddise Sirruh’dan:
Bir adam İmam-ı Şiblî’ye aile efrâdının çokluğundan şikâyet etti: Hazreti İmam adama:
-“Evine git, rızkı Allah’ü Teâlâ’ya olmayanları evden kov,” buyurdu.
Nasıl olur ki? Hazreti Allah “Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı ancak Allah’a aittir.” (Hûd-6) buyurmuştur.
Lakin ailesinin bir senelik ihtiyacını biriktirip hazırlayan kimse levm edilmez-kötülenmez. Tevekkülden de çıkmış olmaz. Çünkü Peygamberimiz A.S. ailesi için bir senelik azık biriktirmişti.
Aile efradı bulunmayan kimse kırk günlük azık hazırlayabilir.
Bu mevzu Tarikat-ı Muhammediyye ve diğer eserlerden naklen bazı derslerde geçmişti.
(7).
İnsanlardan tecilli alacağı bulunan kimsenin elinde kesim günlerinde kurban alacak imkanı bulunmayan kimseye kurban kesmek vacip olmaz.
Borcunu ikrar eden bir müflisten vakti gelmiş alacağı olan kimseye de alacağı eline geçmeden kurban kesmesi vacip değildir.
Borcunu ikrâr eden, ama vadesi geldiği halde vermeyip geciktiren bir kişiden alacağı olan kimsenin elinde kurbanlık alacak imkânı bulunmasa, borçlanıp kurban alması da, (kesim günlerinden sonra) alacağı eline geçtiğinde kıymetini tasadduk etmesi de gerekmez. Ancak eğer vereceğine zannı galibi varsa kurban alacak kadar parayı istemesi lâzımdır.
Ortağının elinde kaybolan çok malı olsa ve yanında kurban alabilecek kadar altın, gümüş veya ev eşyası bulunsa kurban kesmesi vacib olur. (Mecâlis-i Rûmi)
(8)
Hulâsa’dan;
Üzerine kurban vacib olmayanların kurban kesenlere benzemek için bayram günlerinde horoz ve tavuk kesmesi mekruhtur. Çünkü o, Mecusilerin âdetlerindendir.
Akika kurbanı da böyledir. Koyun (veya keçi) den olur.
Galiye’de şöyle zikredildi:
Akika, çocuğun ana-babası üzerindeki mendub olan haklarındandır. Erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için de bir adet kesilir. (Gün olarak da) doğumun yedinci günü kesilir. Vacib kurbanda kâfi olan akika kurbanında da kâfidir.
KURBAN KESİLEBİLECEK HAYVANLAR
Burulmuş hayvanı kurban etmek caizdir. Yem yiyip karnını doyurabildiği takdirde deli hayvanın kurban olması da caizdir. Çünkü bu durum maksada halel getirmez. Eğer yem yiyemiyorsa caiz değildir.
Eğer besili, semiz ise uyuz hayvanın da kurban olması caizdir. Çünkü besili olduğundan hastalık sadece deride olup ette noksanlık olmaz. Eğer zayıf ise caiz olmaz. Çünkü bu takdirde hastalık ette noksanlık meydana getirir.
Bir gözü veya iki gözü kör olan hayvan da kurban olmaz.
Kemikleri içinde iliği kalmamış derecede zayıf bir hayvan da kurban olmaz.
Üç ayağı ile yürüyüp dördüncü ayağını hafif bir şekilde yere koyan ve yürürken ondan yardım alan hayvan kurban olabilir.
Dişleri olmayan hayvan hakkında, Ebu Yusuf (Rh.) “azlık ve çokluğa itibar edilir” dedi. Eğer yem yiyecek, karnını doyurabilecek kadar dişi varsa caizdir, değilse caiz olmaz.
Anadan doğma kulaksız olan hayvan da kurban olmaz.
Necaset ve leş yiyen hayvan da kurban olarak kesilmez.
Yavrusunu emzirmeye tâkatı olmayan, kulak ve kuyruğunun üçte ikisi gitmiş olan hayvan da kurban olmaz.
Hulâsa’da şöyle zikredildi:
Çiftleşmekten aciz, öksürüklü, yaşı büyük olduğu için yavrulamaktan aciz, yavrusu olup da hastalığın dışında bir sebepten sütü inmeyen hayvanların kurban olması caizdir.
Yaratılıştan kuyruğu küçük olup da kuyruğa benziyorsa kurban olması caizdir.
Yine, yaratılıştan kuyruğu olmayan hayvan da kurban olur. Ancak İmam-ı Muhammed buna muhalefet etti.
Kurbanlık hayvanın kulaklarındaki yarık ve yırtıklar (hüküm için) toplanır mı ? Bunda alimler ihtilaf etti.
Kurbanlık olarak alınan veya ayrılan hayvan gözleri sağlam iken alındıktan sonra kör olsa veya topal olsa, eğer kolaylıkla başkasını alıp kesebilecek durumda ise onu kesmesi caiz olmaz. Fakir ise caiz olur. Başka bir görüşe göre ise her iki durumda da (fakir olsun zengin olsun) caizdir.
Kulağının delinmiş ya da dağlanmış olması kurbanın cevazına mani değildir. Boynuzunun kırılmış olması da böyledir. Ancak iliğe ulaşmış ise caiz olmaz.
Kurbanlık hayvan kesilmeden önce doğursa, yavrusu da kendisi ile beraber kesilir. (Çünkü yavru anasına bağlıdır.) Eğer yavru kesilmez de bayram günleri geçerse diri olarak tasadduk eder.
Koyun veya keçinin meme uçlarından bir tanesi yaratılıştan olmasa veya bir âfet ile kopmuş olsa kurban olmaz.
Deve ve sığırın meme uçlarından bir tanesi kopmuş olsa caizdir. İkisi kopsa caiz olmaz.
Zengin olan küçük çocuğu için velisinin kurban kesmesi açık rivayete göre gerekmez. Sahih olan, küçük çocuğun malından kurban kesmesi icap etmediğidir. Eğer keserse ondan hiç bir şey tasadduk etmez. Çocuk da ondan yer. Geri kalan uzuvlarından ayakkabı, mest gibi faydalanılacak şeylerle değiştirilebilir. Çünkü vacib olan kan akıtmaktır.
Tasadduk teberru (karşılıksız verme) dir. Sabinin malı da teberru edilmez. Diğer organlarının değiştirilmesi deriye kıyasla caizdir. Deride ise hem kendisinden faydalanmak (kullanmak) hem de faydalanılacak bir şey ile değiştirmek caizdir. Çünkü bedel (alınan) mübdelün minh (deri) hükmündedir. Sanki deriyi kullanmış gibi olur. Deride hüküm böyle olunca sabi için kesilen hayvanın etini de zaruret olduğu için deriye kıyas edin. (Mecalis-i Rumi ve diğerlerinden)
(9)
ALLAH’TAN BAŞKASI İÇİN KURBAN KESMEK
İbn-i
Hacer’den:
Bir müslüman Allah’ın gayri birisine yakınlaşmak maksadı ile bir hayvan kesse, kendisi mürtet, kestiği hayvan mürtedin kestiği hayvan durumunda olur ve eti yenmez.
Bazılarından nakledildi:
Kabeyi Muazzama için bir deve kesip kan akıtan bir kadın hakkında fetva istendi de “eti yenmez, çünkü put için kesilmiş (gibi) olur” diye fetva verildi.
Ben de derim ki: Bu zamanda cahillerden birçoğu takva sahibi evliyanın kabirleri yanında nezir ve kurban kesmek suretiyle bunun benzerlerini işliyorlar.
Bir (devlet v.b.) büyüğünün gelişinde kesilecek hayvanlar hakkında fakihlerin açıkladığı gibi kesim anında niyeti iyi seçmek ve o hayvanı Allah için kesmeye ve fakirlere sadaka olmasına niyet etmek lâzımdır. Fakat bu gün insanlar bundan gâfildirler.
(Ğaliyet-ül Mevâız)
(10)
Bir adam kurban kesse, bir başkası da derisi dolusunca (mal ya da parayı) tasadduk etse, kurban kesenin faziletine ulaşamaz” denildi.
Ebu Cafer buyurdu ki:
Kurbanın ilk damlayan kanı dört bin hataya keffarettir.
KURBAN KESERKEN NİYET
Kurban kesen kimse kalbini-gönlünü temiz tutmalı ve niyetini hâlis yapmalıdır. Şöyle ki:
-“Benim nefsim Allah’a isyan edip ol derece a’mâli kabîhayı irtikâb eyledi ki, ol fenâlığı sebebiyle katle müstehak oldu. Lâkin insan kendi nefsini katli haram olduğu için bu hayvanı nefsime bedel kurban ediyorum. Ya Rabbi onun her âzâsına mukâbil benim her âzâmı Cehennemden halâs eyle” deyu niyet edip kurban alırken dahi bu niyet ile gide ki her hatvesine (adımına) hasene yazıla. Ve pazarlık ederken kelâmı çok söyleye ki, tesbih sevâbı vardır. (Necât-ül Musallî)
KURBANIN FAZİLETİ
Haberde geldi ki: Kesilen kurban Kıyamet günü hiçbir uzvu noksanlaşmamış olarak gelir ve Sırat’ta sahibinin bineği olur.
Hadis-i Şerif’te, “Kurbanlarınıza tazim edin, çünkü onlar Sırat üzerinde sizin binekleriniz olur” buyurulmuştur.
Allah’ü Teâlâ da, “Takva sahiplerini o gün Rahman’ın huzurunda gruplar halinde (kurbanları üzerine binmiş olarak) toplarız” (Meryem-85) buyurmuştur.
Rivayet:
Allah’ü Teâlâ Kıyamet günü meleklerine şöyle buyurur:
-“Kulumu yaya yürütmeyin. Onu bir vasıtaya bindirin. Çünkü o, dünyada iken binmeyi âdet edindi. Şöyle ki, önce babasının sulbünde idi. Sonra bineği anne karnı, daha sonra anne kucağı oldu. Sonra babasının boynu (kucağı)na bindi. Yürüyüp koşacak çağa geldiğinde at (v.b. vasıtalara) bindi. Denizde gemiler bineği oldu.
Ayet Meâli: Gerçekten biz, Âdem Oğullarını (diğer hayvanlar üzerine) üstün kıldık. Karada (binekler) ve denizde (gemiler v.b.) taşıtlara yükledik ve onlara hoş rızıklar verdik. Kendilerini, yarattıklarımızdan çoğunun üzerine üstün kıldık. (İsra-70)
Öldüğü zaman bineği (mü’min) kardeşlerinin omuzu olur. Haşir olunduğu zaman da kurbanı üzerine biner.
Beyit :
Sırat Köprüsü üstünde Burak istersen ey âşık,
Gerektir sevdiğin maldan ki bunda edesin kurbân.
(Umdet-ül İslâm ve diğerleri)
Vehb bin Münebbih’den gelen şu rivayet de kurbanın faziletlerini beyan etmektedir:
Davud Aleyhisselâm dedi ki:
-“Ya Rabbi, Ümmet-i Muhammed’den kurban kesenlerin sevabı nedir?” Allah’ü Teâlâ şöyle buyurdu:
-“Onların sevabı şudur ki; kurbanın derisinde bulunan her kıl karşılığında sahibine on hasene verir, on hatasını siler ve on derece yükseltirim.” Davud Aleyhisselâm:
-“İlâhi! Karnını yardığı zamanki (kazanacağı) sevab nedir?” diye sordu. Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:
-“Kabrinden açlık, susuzluk, Kıyametin korkusu ve çıplaklıktan emin olarak çıkarırım. Ayrıca her (parça) eti için Cennette bir köşk, Huri’l Îyn’den bir cariye ve Cennet bineklerinden kanatlı bir binek vardır. Ey Davud! Bilmez misin ki, kurbanlar bineklerdir. Hataları siler, belâları kaldırır. Onlara kurban kesmelerini emret. Çünkü kurbanlar İsmail Aleyhisselâm‘a kesilmekten fidye olduğu gibi müminlerin fidyesidir. İsmail Aleyhisselâm’ı ip ve keskin bıçaktan kurtardığım gibi onları da ateşten kurtarırım.
HİKAYE
BİR DİRHEMLE KURTULDU, KURBANI BİNEĞİ OLDU
Ahmed bin İshâk şöyle anlattı:
Fakir bir kardeşim vardı. Fakir olmasına rağmen her sene bir koyun kurban keserdi. Vefat ettiğinde iki rekât namaz kıldım ve dedim ki:
-“Allah’ım! Kardeşimi rüyamda göster. Tâ ki ona hâlinden sorayım.”
Abdestli olarak uyudum. Rüyamda şöyle gördüm: Sanki kıyamet kopmuş. İnsanlar kabirlerinden kalkmış. Bir de ne göreyim, kardeşim kırmızı renkli bir ata binmiş. Önünde de bir takım binekler var. Kendisine;
-“Kardeşim, Allah C.C. sana nasıl muamele etti?” diye sordum.
-“Af ile muamele etti,” dedi.
-“Ne sebeple ?” diye sordum. Şöyle cevap verdi;
-“Bir gün camide namaz kılıyordum. Yanımda da bir dirhem param vardı. Yaşlı bir kadın gelip yanımda durdu ve dedi ki:
“-İlâhi! Bana, borcumu ödeyebileceğim bir dirhem ile merhamet edene sen de merhamet et.”
Bunun üzerine yanımdaki bir dirhemi çıkarıp ona verdim. Kabrime konulduğum zaman bana şöyle seslenildi:
-“Bizim kullarımızdan birine merhamet ettin, biz de sana merhamet ettik. Cenneti ve Rıdvan-ı Ekber’i – En büyük saltanat sahibi Cenab-ı Hakkı görecek gözü- sana vacib kıldık.” Kendisine:
-“Bu hayvanlar nedir?” diye sordum. Dedi ki:
-“Dünyada kestiğim kurbanlardır. Şu anda bindiğim ise ilk kestiğim kurbandır.”
-“Nereye gidiyorsun?” dedim.
-“Cennete gidiyorum,” dedi ve gözden kayboldu. Sonra da bir daha kendisini göremedim. (Kurban Risalesi’nden)
AKİKA KURBANI
Geride geçtiği üzere Akika kurbanı, çocuğun ana-babası üzerinde olan mendub haklarındandır.
Mizân-ı Şa’ranî’de zikredildiğine göre; üç imama göre de akikada sünnet olan, erkek çocuk için iki, kız çocuğu için bir koyun kesmektir.
İmam-ı Malik ise, “erkek çocuğu için de kız çocuğu gibi bir koyun kesilir” dedi.
İmam-ı Şâfii ve Ahmed (Rahimehümallah) Akika kurbanının kemiklerinin (çocuğun uzuvlarının sağlık ve selâmetine bir hayır dileği olsun diye) kırılmayıp (ek yerlerinden ayrılarak pişirilmesinin) müstehab olduğu görüşündedirler.
Diğer imamlar ise “insanlık ateşinin sakinleşmesi, çocuğun çok mütevazı olması ve kötü huylardan ve hastalıklardan korunmasına bir işaret” olsun diye kemiklerin kırılmasını müstehab gördüler.
Akikada erkeğin kız üzerine fazileti; erkek çocuğu olunca daha çok sevinç olduğundandır. Eğer erkek çocuk için bir koyun keserse de sünnetin aslı yerine gelmiş olur.
İkiz çocuğu dünyaya gelen kimse ikisi adına bir kurban kesse Akika sünneti yerine gelmiş olmaz.
Akikada Niyet:
Kurban bayramında keserken kurban diye niyet ettiği gibi Akikayı keserken de akika olduğuna niyet etmesi şarttır.
Akikayı keserken besmeleden sonra şöyle demek müstehabdır:
-“Allahım! Bu (hayvan) senden (geldi), sana (rızan için) filan kişinin akikasıdır.”
Bazı alimler “akika kurbanı kesilirken şu dua okunur” dediler.
“Allahım! Şu hayvan filan kişinin akikasıdır. Kanı kanına, eti etine, kemiği kemiğine, derisi derisine ve tüyü tüyüne (bedel) olsun. Allah’ım, bu hayvanı filan oğlu filan için Cehennemden fidye (kurtuluş vesilesi) kıl.”
Kurban keserken de şöyle dua eder;
“İnni veccehtü vechiye lillezi fetarassemâvâti vel
‘arda hanifen ve mâ ene minel müşrikin.”
Allah’ım, bu hayvan senden (ihsanın) dır ve senin rızan için Muhammed
Aleyhisselâm veümmeti tarafından dır” der ve
“Bismillâhi Allahû Ekber” diyerek keser.
Kestikten sonra iki rekat namaz kılar ve şu duayı okur.
Allâhümme inne salâti ve nüsükî ve mahyâye ve memâti lillâhi rabbil âlemin. Lâ şerike lehü ve bizelike ümirtü ve ene evvelül müslimin. Allâhümme hêzê minke ve leke ve ileyke tekabbelhü minnî kemâ tekabbeltehû min İbrâhime Aleyhisselâm.
Akika kurbanının etinde müstehab olan çiğ olarak dağıtmamaktır. Pişirir ve tatlı bir şey ile beraber fakirlere o vaziyette tasadduk eder.
Ayrıca ondan hem yemek, hem tasadduk etmek ve hem de hediye etmek müstehaptır.
Sünnet
olan, Akikayı doğumun yedinci günü kesmektir. (Herhangi bir sebeple) yedinci
günden sonraya kalırsa kesme vazifesi düşmüş olmaz. Yalnız uygun olan, buluğ
çağından sonraya bırakmamaktır. Buluğ çağına ulaştığı zaman ana-baba üzerinden
kesme hükmü düşer. Bu durumda çocuk muhayyerdir. İsterse kendi akikasını keser.
Yedinci günden sonra ya da kurban kesmek mümkün olduktan sonra henüz kesilmeden çocuk ölmüş olsa onun adına akika kurbanı kesmek de müstehabdır.
Kurbanın kanını – cahiliyye devrinde olduğu gibi – çocuğun alnına sürmek mekruhtur. Cahiliyye devrinde insanlar akikanın kanına pamuk batırırlar ve onu çocuğun alnına sürerlerdi. Rasülüllah Aleyhisselâm onlara kan yerine zaferan v.b. koku koymalarını emretti. Onun için sünnet olan zaferan ve güzel koku sürmektir.
Kız olsun, erkek olsun doğumun yedinci günü saçlarını tıraş etmek ve ağırlığınca altın ya da gümüş tasadduk etmek müstehabdır.
Fatıma validemiz (Radıyallahü Anhâ) Hazreti Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm (Radıyallâhü Anhüm)ün saçlarını tarttı ve ağırlığınca gümüş tasadduk etti.
Tıraşı akikadan sonra yapmak da müstehabdır. Zira bize göre akika, parasını tasadduk etmekten daha faziletlidir.
Akikada da, kurbanda olduğu gibi koyunda altı ayını tamamlamış ve annesi gibi gösterişli ise olur. Keçide iki yaşında olmalıdır.
Alimler Akikanın müstehab olduğuna Tirmizi’nin Aleyhisselâm Efendimizden şu rivayetini delil olarak getirdiler.
-Çocuk, akikası ile rehinlidir. Yedinci günü onun için kurban
kesilir, başı tıraş edilir ve isim verilir.
Peygamberimizin “akikası ile rehinlidir” ifadesi; kaza, belâ ve hastalıklardan korunmasına sebep olduğunu ifade etmektedir.
Ayrıca kastedilen mana; “Akikası kesilmediği zaman buluğ çağına gelmeden ölürse kıyamet günü ana-babasına şefaat etmez” demek de olabilir. (Ğaliyyet-ül Mevâiz)