85. yılında hala tartışılan Lozan Antlaşması resmi tarih yazımına göre bir zafer olarak adlandırılıyor. Bu konuda resmi tarih yazımına en büyük eleştirilerden birini getiren tarihçi-yazar Kadir Mısıroğlu ise Lozan’ı imparatorluk mirasının ‘han-ı yağması’ (yağma sofrası) olarak nitelendiriyor.
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslar arası meşruiyetinin tanındığı Lozan Antlaşması’nın 85. yıldönümünü yaşanıyor. 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan antlaşmayla yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları çizildi, o dönemde uluslararası düzeyde sorun oluşturan konular açıklığa kavuşturuldu. Açıklığa kavuşturulamayan bazı konular ise zamana bırakılarak halledilmeye çalışıldı.

Ancak Lozan Antlaşması üzerindeki tartışmalar hiç bitmedi. Lozan’ı zafer olarak gören zihniyetin yanında; dönemin şartları için elde edilebilecek en iyi sonuçları çerçevelediğini ancak o tarihten sonra Türkiye’nin asla büyük bir uluslar arası aktör konumuna yükselemediğine dikkat çekenler de var.
 
Bununla birlikte günümüzde halen dış politikada ayağımıza dolanan Kıbrıs, Ege, Kuzey Irak gibi konular, Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliği, Heybeliada Ruhban Okulu gibi konular Lozan’ın olumsuz mirası olarak değerlendiriliyor.
 
Aradan geçen 85 yılda dünyanın büyük değişimler geçirdiği bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Irak’ın bugün içinde bulunduğu durum bunun en bariz örneklerinden biri. Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması gibi konular gündeme geldiğinde Lozan’da Türkiye’nin Musul üzerinde hak iddia ettiğini ve bunun müzakere edildiğini bilmeden geçmek olmaz.
 
Tüm bu bilgi anarşisi içinde Lozan Antlaşması’nın resmi tarih yazımına sert eleştirilerden birini getiren tarihçi-yazar Kadir Mısıroğlu getiriyor. Sebil Yayınevi’nden çıkmış “Lozan zafer mi hezimet mi?” isimli 3 ciltlik kitabı bulunan Kadir Mısıroğlu’yla 85. yılında Lozan Antlaşması’nı konuştuk.
 
İSTİKLAL HARBİ DEĞİL ‘MİLLİ MÜCADELE’
 
Lozan’la ilgili toplumumuzda yanlış bilinenler nelerdir?
 
Lozan’ın değerlendirilmesinde Sevr Antlaşması Projesi’ni ölçü kabul etmek üç temel yanlışla sonuçlandığını inkar etmek kabul edilebilir değildir. Bunlar; Türk istiklalinin Lozan’da temin edildiği, paylaşılan Osmanlı topraklarından yeni Türk devletine mümkün olan yerlerin kazandırıldığı ve Lozan’ın uzun süreli olarak geçerliliğini korumasının antlaşmanın mükemmel olduğunu düşünmektir.
 
Bağımsızlığımız Lozan’da kazanılmamış mıdır?
 
Lozan’ın Türk milletinin istiklali ile hiçbir alakası yoktur. Bu mantıkla ‘Milli Mücadele’ye ‘Türk İstiklal Harbi’ denilmesi de yanlıştır. Zira Türk milleti Lozan’dan önce istiklalini ortadan kaldıran bir antlaşmayı kabul etmemiştir. Sevr sadece bir projeden ibarettir. M. Kemal Paşa Nutuk’ta, İnönü de hatıralarında ‘Sevr Sulh Projesi’ olarak bahseder. İstiklalini kaybetmemiş bir milletin onu Lozan’da yeniden kazanmış olduğunu iddia etmek hem tarihi gerçekler ve hem de mantık açısından tutarlı değildir. Ülkemiz bir istilaya maruz kalmıştır ve bu istila karşı canhıraş bir mücadele gösterilerek defedilmiştir. Burada sadece istiklalimize tecavüz söz konusudur. Lozan’la istiklalimiz arasında irtibat kurulamaz. ‘Milli mücadele’ye de ‘Türk İstiklal Harbi’ denilemez.
 
UNUTULAN ADA YUNANİSTAN’A GEÇTİ
 
Diğer bir konu Osmanlı’dan miras kalınan topraklardan yeni Türk devletine mümkün olan yerlerin kazandırılmadığı yönünde. Bunu biraz açar mısınız?
 
Lozan’da Osmanlı İmparatorluğu topraklarından mümkün olan kısmının kurtarılabildiği iddiası da Lozan zabıtları ve tarihi gerçekler açısından propagandaya dayalı yalanlardır. Lozan’da Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa Musul hariç hiçbir yeri dava etmiş, almaya çalışmış da başarılı olamamış değildir. Misak-ı Milli’ye dahil oldukları halde Batum, Batı Trakya, Adalar, Kıbrıs, Antakya ve Halep’in bize bırakılması için Lozan’da heyetimizin söylenilmiş bir tek cümlesi mevcut değildir. Üstelik İsmet Paşa, Batı Trakya’yı Yunanlılardan kurtarıp Bulgarlar’a vermek için çalışmıştır. Sekiz yüz metre mesafedeki İstanköy adasını talep etmezken Romanya’da Tuna nehri içinde mevcut olan ‘Adakale’ adındaki kuş gözü kadar bir ada için gereksiz ve mantıksız bir gayret safretmiştir.
Çanakkale Boğazı’nın trafiğine hakim olduğu için münakaşasız bir şekilde bize terk edilmiş olan ve dört adadan biri olan Limni, temsilcilerimizin onu unutarak kayda geçmemesi sebebiyle kaybedilmiştir. Musul için yapılan ısrarlarda ise sayısız hatalar yapılmıştır.
Lozan Antlaşması’nın uzun müddet geçerli kalmasını onun mükemmelliğine de yoramayız. Bu doğrudan doğruya Türkiye’nin kaybettiği toprakları dava etmeyen Batı alemi karşısındaki korkak ve pısırık siyasetinin neticesidir.

LOZAN HEYETİNDE BİR HAHAMBAŞI
 
Bize biraz Lozan’a giden Türk heyetiyle ilgili bilgi verir misiniz?
 
Lozan’a giden heyetin başındaki İsmet Paşa, böyle bir müzakere için gerekli olan lisan bilgisinden ve tecrübeden yoksundu. Hatta, bu aczini bizzat itiraf ederek Lozan’a gitmekten intizar ettiği M. Kemal Paşa’nın Nutku’nda bile kayıtlıdır. Ayrıca İnönü’nün kulakları rahatsızdı, iyi işitmiyordu. Müzakereleri takip edebilmek için bir aracı kullanıyordu. Bu aracılar arasında kadın ticareti yapmaktan, petrol şirketleri aracılığı peşinde koşanlara kadar bir sürü insan vardı.
Bu heyetin içinde Yahudi Hahambaşısı Hayım Naum Efendi’nin bulunduğu ve bunun İsmet Paşa’ya akıl hocalığı yaptığı, Hilafet pazarlığının bir numaralı sebebi olduğu dikkate alınırsa başarısızlığın sebepleri biraz daha anlaşılır.
Ayrıca Türk heyetinin davalarını ispat için hiçbir hazırlıkları yoktu. Müttefikler oraya dosyalarıyla gelmişlerdi. Bizimkiler ise, sözkonusu olan eski bir anlaşmanın metnini dahi temin etmekte güçlük çekiyorlardı.

İNÖNÜ BATI TRAKYA’NIN BULGARLARA VERİLMESİNİ İSTEDİ
 
Toprak kayıplarımız nasıl gerçekleşti? Neler yaşandı görüşmelerde?
Öncelikle Batum’dan başlayalım. Batum, Misak-ı Milli’ye dahildi. Yani 30 Ekim 1918’de fiilen elimizde bulunmaktaydı. Lozan’da Ruslar’ın da konferansa katılmış olmasına rağmen burası talep edilememiştir. Çünkü, 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması ile Batum Ruslara verilmiş, karşılığında kırk bin piyade tüfeği ile 5 milyon ruble alınmıştı.
Batı Trakya’nın da Misak-ı Milli’ye dahil olduğu tartışmasız bir gerçektir. Buna Yunanlılar bile itiraz etmemektedirler. Hatta burada mütareke yılları sırasında ‘Batı Trakya Hükümeti’ Müstakillesi’ bile kurulmuştu. Lozan’da İnönü burasını talep etmek yerine Yunanistan’ın elinden alınıp, Bulgaristan’a verilmesi için çalışmıştı. Bulgaristan Dedeağaç İskelesi’nden Ege’ye açılmak istiyor. İsmet Paşa da akıl almaz bir şekilde bunu destekliyordu.
 
Adalar konusunda ne tür tartışmalar yaşandı?
 
1912 Uşi Antlaşması’yla Adalar bize geçmişti ama Balkan Harbi sonuna kadar emaneten İtalyanlar’da kalacaktı. Fakat 1. Dünya Savaşı ve sonra da Yunan Harbi başlayınca Adalar’ın bize devri gecikmişti. Bunları Lozan’da topyekün dava etmek gerekiyordu. Çünkü hukuken bize ait olduklarına itiraz eden yoktu. Ama ne yazık ki, Türk heyeti bu işte de çeşitli tavizler vererek fırsatı elden kaçırmıştır.
Limni adasını müttefikler münakaşasız bize verdikleri halde Askeri müşavirimiz Tevfik Bıyıklıoğlu zapta geçmeyi unuttuğu için kaybettik.
 
Kıbrıs müzakereler sırasında elden kaybettiğimiz bir ada. Kıbrıs nasıl elimizden çıktı?
 
İngilizler 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adası’nı ilhak etmişlerdi. Türkiye bu emr-i vakiyi kabul etmedi. Sorunun Türkiye ve İngiltere arasında muallakta kalmış oldu. Bunun da Lozan’da halledilmesi gerekiyordu. Lozan zabıtlarını baştan sona okuyanlar, Kıbrıs’ın heyetimizce talep olunduğuna dair tek bir cümleyle karşılaşmazlar. Böylece Antlaşma’nın 20. maddesiyle Türkiye’nin İngiltere’nin 1914’teki ilhak kararını tanıdığı konuldu.
21. maddede ise orada yaşayan halkın artık Türk vatandaşlığını kaybederek İngiliz vatandaşlığını kazandığı ifadesine yer verildi. Bizim üyelerimiz buna itiraz etti. Böylece isteyenlerin 2 sene içinde Türk vatandaşlığını tercih edebilecekleri kabul edildi. Ancak bu tercih hakkını kulanlar 12 ay zarfında Türkiye’ye geçecekti.
İşte Kıbrıs adasında Türkler ve Rumlar arasındaki nüfuz dengesizliği böylece başladı. Daha sonra 2. Dünya Savaşı’nda Almanlar’dan kaçarak Ege sahilimize sığınan 10 binlerce Rum istekleri üzerine, bizim tarafımızdan Kıbrıs’a yerleştirildi. Ayrıca Mihri Belli’nin de katıldığı 1946-49 yılları arasındakiYunanistan İç Savaşı sırasında yenilen komünistler Kıbrıs’a giderek oraya yerleşti. Böylece adadaki nüfus dengesizliği büyüdü.
 

IRAK’IN PARÇALANACAĞINI 40 YIL ÖNCE SÖYLEMİŞTİM
 
Günümüzde Irak neredeyse 3 parçaya bölünmüş durumda. Bizimse Lozan sırasında güney sınırlarımız oldukça tartışmalı konularla geçti. Örneğin Musul için çetin müzakereler olduğu söylenir. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Ben Irak’ın parçalanacağını 40 yıl önce söylemiştim. Ama Musul’a geçmeden Halep hakkında bilgi vermek istiyorum. Halep de Misak-ı Milli’ye dahildir. Mütareke günü ordumuz Halep’in 40 km. güneyindeki ‘Nibil Kasabası’nda idi. Ankara İtilafnamesi ile sınır Halep’in 40 km. kuzeyindeki Tibil’den geçirilerek, başta Halep şehri olmak üzere 80 km. derinliğindeki bir vatan parçası hudutlarımız dışında bırakıldı. Arap alfabesiyle yazıldığında Nibil ile Tibil arasında bir nokta farkı vardır. Bir nokta farkı için Güney hudutlarımız 80 km. kuzeyden çizildi. Bu yanlışlığında Lozan’da düzeltilmesi gerekiyordu ama tek bir cümle bile sarfedilmedi.
 
KARAMELA ŞEKERİYLE KANDIRDILAR
 
Musul’a konusuna gelirsek…
 
Musul öyle bir arazi kaybıdır ki, üzerinde ne kadar söz söylense azdır. Musul’un Misak-ı Milli’ye dahil olduğu öylesine aşikardır ki, Türk heyeti burası için aylarca münakaşa etmişti. Fakat sonunda bir taktik hatası ile Musul da elimizden çıktı. Konu daha sonra 1926’da Haliç Konferası’nda ve ardından Cemiyet-i Akvam’da görüşüldü. Ancak aleyhimize sonuçlanacağı ihtimali belirince, Ankara’da 14 Haziran 1926 tarihinde gece yarısı bir anlaşma imza edilerek, Musul İngiliz mandası olarak Irak’a bırakılmıştır. Karamela şekeri misali, 25 sene boyunca petrol gelirlerinden Türkiye’ye yüzde 10 verilmesi kabul edilmişti. Fakat bu dahi alınamadı.
Halbuki Lord Gurzon’un hatıratına göre, İngizler Musul’u bize vermekte direnirlerse ve bundan dolayı barış gerçekleşmezse petrol yüzünden barışa yanaşmadıkları yolunda itham edilecekleri endişesiyle Musul’u toprak olarak bize vermeyi ama petrolü işletmek için mümkün olan çabayı sergilemeyi hedefliyorlardı. Ancak Türk heyetinin hatalarıyla İngilizler taktik değiştirerek Musul’u bize vermekten vazgeçmiştir.
 
M. KEMAL PAŞA HALİFE OLMAK İSTİYORDU
 
Lozan’la ilgili tartışmalı konulardan biri de hilafet. Bu konuda neler yaşandı?
Hilafet 3 Mart 1924’te Ankara’da kaldırıldı. Ancak bu konuda en önemli adımlar Lozan’da atıldı demek yanlış olmaz. Lozan başladığında, M. Kemal Paşa halife olmak istiyor ve Meclis’te saltanatın ilgası tartışmalarında hilafeti göklere çıkaran konuşmalar yapıyordu. Hatta İzmir İktisat Kongresi’ni açmaya giderken yol boyu yaptığı konuşmalar ve bu arada Balıkesir Zağnos Paşa Camii’ndeki hutbesi herkesçe bilinir. Diğer taraftan İsmet Paşa’da Lozan’da aynı istikamatte beyanlar veriyordu.
Bunun üzerine Lord Curzon, İsmet Paşa’nın müşaviri Hayim Naum Efendi’yi çağırdı ve onun vasıtasıyla hilafet yıkılmadıkça barış olmayacağını söyledi. İsmet Paşa buna tek başına karar veremezdi. Hayim Naum Efendi İzmir’e geldi ve durumu M. Kemal Paşa’yı anlattı. İzmir’e gelinceye kadar her fırsatta hilafeti metheden M. Kemal Paşa İzmir İktisat Kongresi’nde plağı tersine çevirerek, hilafet ve halifeler aleyhine konuştu.
Bu arada Lozan Konferansı kesintiye uğramış heyet Türkiye’ye dönmüştü. Ankara’ya gitmekte olan İsmet Paşa’nın treni Eskişehir’de bekletildi. Bu sırada yapılan görüşmelerde hilafetin ipini çekme kararı verildi.
 
PATRİKHANE İNÖNÜ’NÜN LORD CURZON’A HEDİYESİ
 
Patrikhane’nin ekümenikliği konusu da Lozan’da açıklığa kavuşmayan konulardan biri. Bununla ilgili neler söyleyeceksiniz…
 
İstanbul’un işgali gerçekleşmeden önce Patrikhane’nin kapısına çift kartallı Bizans bayrağı çekilmişti. Ayasofya’ya asılmak için çanlar bile hazır edilmişti. Yaşanan bu gelişmelerin hatırasıyla bir fitne yuvası haline gelen Patrikhane’nin Lozan’da alınacak kararla Türkiye dışına çıkartılması konusunda TBMM’den sokaktaki adama kadar tam bir birlik söz konusuydu. Türk heyeti de başta bu şekilde tavır aldıysa da hem İnönü hem de Dr. Rıza Nur bu talepten vazgeçerek Patrikhane’nin kalmasına razı olmuşlardır. İnönü, Patrikhane’yi Lord Curzon’a bir doğum günü hediyesi olarak bağışlayıp hediye etmişti. Patrikhane meselesi Lozan’da bir madde olarak yer almamış, bu konudaki tartışmalar havanda su dövmekten ileri gitmemişti.
 
O dönemde Türkiye’de yaşayan Rumların büyük bir kısmı mübadeleyle Yunanistan’a gitti ve Türklerden bir kısmı da Türkiye’ye geldi…
 
Mübadeleyi teklif eden ne biz ne de Yunanlılar’dır. Mübadele’yi teklif eden Romanya delegesi Nansen’dir. Mübadele teklifinin sebebi Rumlar’ın milli mücadele sırasında bize ihanet etmeleri sebebiyle ceza veririz korkusudur. Venizelos buna itiraz etmiştir. Sonunda İstanbul’un Rumları’yla Batı Trakya Türkleri mütekabiliyet esasına göre yerinde kalmak şartıyla Anadolu Rumlar’yla Yunanistan’daki Türkler’in mübadelesi kabul edilmiştir. Müttefikler bizi gayri Müslim azınlığın cezalandırılmaması için umumi bir af protokolü imzalamaya zorlamış, ancak bizimkiler buna yanaşmamıştır. Bu arada uzun münakaşalar sonunda anlaşılmıştır ki, bizimkilerin affetmek istemedikleri ihanet etmiş olan gayr-i Müslimler değil, yeni Türkiye idarecilerinin şahsi düşmanlarıdır. Türk heyeti tahminen yüzelli kişi kadar olabilecek şahsi düşmanlarını gayri hukuki bir şekilde istisna kılarak, Lozan’ın 17 ekinden biri olarak af protokolüne imza atmışlardır. Bu yüzeli kişi affın dışında tutulmuş, daha sonra yazboz tahtası şeklinde bir liste meydana getirilmiştir. Yüzellilikler denilen bu insanların arasında pek çok ünlü isim vardır.
 
Resmi tarihin Lozan’ı övmesine karşın sizin çizdiğiniz tablo çok da öyle değil. Lozan’ı nasıl tanımlıyorsunuz?
 
Lozan muazzam imparatorluk mirasının han-ı yağması (yağma sofrası) dır. Türkiye’nin şahsında İslam dünyasından intikam alınmış ve başsız bırakılmıştır. Lozan’la adalar Yunan çemberine alınmış, iktisadi kaynaklardan mahrum bırakılmış, her türlü unvan ve sıfatı yolunmuş, gayr-i tabi hudutların çizdiği küçük bir Türkiye ortaya çıkmıştır.


Analitik Bakış

   
© incemeseleler.com