Yezid’e lânet meselesi, Kerbelâ Hadisesinin yaşanmasından bu güne kadar gündemde kalan ve âlimler arasında çeşitli ihtilaflara sebep olan bir meseledir. Şia, Kerbela Hadisesinden sorumlu tuttukları Yezid ve taraftarlarına lanet okumakla kalmamış, bu hususta haddi aşarak Yezid’in babası Hz. Muâviye’ye (r.a.) ve Emevîlerin tamamına hatta Sahâbe-i Kiramın birçoğuna lânete devam etmişlerdir. Ehli Sünnet âlimleri ise bu hususta, kat’i surette işlediği tespit edilmeden bir Müslümana büyük günah isnat etmenin caiz olmadığını, ayrıca bir Müslümanın bazı masiyetleri irtikâb etmekle kâfir olmayacağını ifade ederek, Yezid’e laneti caiz görmemişlerdir.

Burada ‘lanet’ ile alakalı bazı malumattan bahsetmek, meseleyi daha iyi anlamak ve izah edebilmek açısından önemlidir.

Lanet Lügatte “kovmak, uzaklaştırmak, iyilik ve faydadan mahrum bırakmak” manasındaki (la‘n) mastarından müştak bir isim olup, ıstılahta ise Allah'ın af ve merhametinden uzak bırakılmayı ifade eder. Aynı mastardan müştak olan mel'ûn ve Iaîn kelimeleri “kovulmuş" manasına gelir. İs­lâm öncesi Hicaz-Arap toplumunda aile­nin veya kabilenin dışına atılmış kişiye laîn denilirdi. Allah’ın rahmetinden uzak­laştırıldığı için şeytan laîn veya mel’ûn olarak da anılır. Lânetleme Allah tarafın­dan olursa “dünyada iyilik ve hidayetten, ahirette lütuf ve merhametten mahrum bırakma”, insan tarafından olursa “küfür, sövme, hakaret, beddua” manalarına gelir. (Lisânü’l- Arab, “la'n” md. Kamus Tercü­mesi, IV, 750-752). [1]

Burada lânetten maksat, bir şahsın Allah-ü Teâlâ’nın rahmetinden uzaklaştırılması manasına gelen ve bir beddua olarak sadece kâfirlere yapılabilen lanettir.[2] Bu ise, ancak Allah'tan uzaklaştırılmayı hak eden bir kimse hakkında caizdir. Başka suretle caiz değildir. [3]

Laneti gerektiren sıfatlar üçtür. Bunlar; Küfür, bid'at ve fısktır.

Bu sıfatlar sebebiyle lanetin üç mertebesi vardır:

Birinci mertebe, umumî bir vasıftan dolayı lânet etmektir. “Allah'ın laneti; kâfirlerin, bid'atçıların ve fâsıkların üzerine olsun” denmesi gibi.

İkinci mertebe, daha hususî vasıflarla lânet etmektir. “Allah'ın laneti, yahudiler, hristiyanlar, mecusiler, kaderiler, hâriciler, rafıziler veya zinacılar, zâlimler ve ribacılar üzerine olsun” denmek gibi. Bütün bunlar caizdir. Fakat bid'atçılara lanette tehlike vardır. Çünkü bid'atın bilinmesi gayet zordur. Onun hakkında Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den nakledilen bir lâfız vârid olmamıştır. Bu bakımdan bu kısım lanetten de sakınmak uygun olur. Çünkü böyle bir lânet okuyuş, diğer tarafı, benzeri ile muaraza etmeye teşvik eder.

Üçüncü mertebe, belli bir şahsa lânet okumaktır. Bu tür lânet okumada da tehlike vardır. Mesela “Allah'ın laneti Zeyd'in üzerine olsun! O kâfirdir veya fâsık veya bid'atçıdır” demek gibi. Bu husustaki tafsilat şudur: Şer'an lânet etmenin caiz olduğu insana lânet okumak caizdir. “Allah, Firavun'a ve Ebû Cehil'e lânet etsin” demek gibi. Çünkü bu kimseler küfür üzerinde ölmüşler ve bu durum şer'an da sabit olmuştur. Bizim zamanımızda belli bir şahsa lânet okumaya gelince mesela “Allah, Zeyd'e lânet etsin! O yahudidir” demek gibi. Bu sözde büyük tehlike vardır. Çünkü Zeyd'in yahudilikten dönüp Müslüman olma ve Allah nezdinde Müslüman olarak ölme ihtimali vardır. O halde onun mel'un olduğuna nasıl hükmedilebilir? Ve onun lanete hedef olması nasıl istenilebilir? Böyle bir lanet, onun küfür ve fısk üzere ölmesini istemektir. Bu âdeta bir şahsın küfrüne, fıskına rızayı gerektirir, küfre rıza ise küfürdür.

Bu bakımdan mutlak lânet okumakta tehlike vardır. Fakat kâfir için olsa bile laneti terk etmekte hiçbir tehlike yoktur. Mademki kâfir hakkında durum budur, o halde fâsık veya bid'atçı olan hakkında da böyle olması daha evlâdır. Bu bakımdan belli şahıslara lânet okumakta büyük tehlike vardır. Çünkü belli şahısların durumu durmadan değişmektedir. Ancak sonunda lânete layık olacağı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e bildirilen şahıs olursa durum değişir. Çünkü küfür üzere öleceği bilinen bir kimse için lânet okumak caizdir. [4]

Nitekim Rasül-ü Ekrem (s.a.v) Efendimiz:

(المؤمنُ ليسَ بِلَعّان )

‘’Mü’min lanet edici değildir’’[5] ve diğer bir Hadis-i Şeriflerinde:

(لَا تَلَاعَنُوا بِلَعْنَةِ اللهِ، وَلَا بِغَضَبِهِ ولا بجهنم)

‘’Ne Allah'ın lânetiyle, ne gazabıyla ve ne de cehennemle birbirinize lânet okumayınız.’’[6]  Buyurmuşlardır.

İşte görüldüğü gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) lanet okumaktan menetmiştir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in bu yasağı belli bir fâsığa dahi lânet okumanın caiz olmadığına delâlet eder. Kısacası belli şahıslara lânet okumakta tehlike vardır. Bundan her mümin sakınmalıdır. İblise dahi lânet okumasa, okumayan için hiçbir tehlike yoktur. Artık İblisten başkasına lânet okumanın keyfiyetini düşünmek lazımdır. [7]

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v):

لا تَدْعُوا عَلَى أَنْفُسِكُمْ ؛ وَلاَ تَدعُوا عَلَى أوْلادِكُمْ ، وَلاَ تَدْعُوا عَلَى أموَالِكُمْ ، لا تُوافِقُوا مِنَ اللهِ سَاعَةً يُسألُ فِيهَا عَطَاءً فَيَسْتَجِيبَ لَكُمْ

 “Kendinize beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.” (Müslim, Zühd 74; Ebû Dâvûd, Vitir 27) buyurmuştur.

 

قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ادْعُ عَلَى الْمُشْرِكِينَ قَالَ إِنِّي لَمْ أُبْعَثْ لَعَّانًا وَإِنَّمَا بُعِثْتُ رَحْمَةً      

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e “Ya Rasulellah müşriklere beddua etseniz” denildi. “Lânet edici olarak değil, aksine rahmet peygamberi olarak gönderildim” buyurdular. (Müslim, Birr 87)

 

Mekke döneminde İslâmı tebliğ etmek üzere Tâif'e gittiğinde, orada kötü bir davranışla karşı karşıya kalmış; dönüşte taş yağmuruna tutulmuş, mübarek ayakları kanlar içerisinde kalmıştı. O sırada Allah tarafından kendisine "onlar aleyhinde yapacağı bedduanın kabul edileceği, dilerse onları helâk edeceği" bildirilmiş, fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Hayır, belki bunların sulbünden sana ibadet edecek çocuklar doğar, Yâ Rabb" buyurmuşlardı.

 

Uhud'da dişini kıran, yüzünü yaralayan düşmanları için: "Allah'ım! Kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar" (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IV, 314) diye dua etmişti. Bütün çalışmalara rağmen İslamiyet’i kabul etmeyen Devs kabilesine beddua etmesi istenince: "Yâ Rabbi! Devs kabilesine hidayet eyle de onları bizim saflarımıza kat" diye dua etmişti. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 344)

 

Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki Müslüman, günahkâr da olsalar, Müslümanlara beddua etmekten sakınmalıdır.

 

Bu hususla alakalı diğer bazı Hadis-i Şerifler ve izahları:

ولَعْنُ المؤمنِ كَقَتلهِ      صحيح البخاري الشاملة 1 5/ 2264

“…Mümine lânet etmek, onu öldürmek gibidir." (Buhârî, Cenâiz 84, Müslim, Îmân 176, 177)

 

Bir mümine lânet etmek, onun şeytan gibi ilâhî rahmetten ebediyen mahrum kalmasını istemek manasına gelir. Bu ise, o Müslümanın hayat hakkına tecavüz etmek, onu öldürmek gibi çok ağır bir suçtur. Hatta bir Müslümanın tam anlamıyla ölmesini istemektir. Öldüren, öldürdüğü Müslümanı sadece dünyevî hak ve menfaatlerinden mahrum bırakabilir. Lanetçi ise, Müslümanın hem dünya hem de ahiret mutluluğuna mâni olmak için teşebbüste bulunmuş demektir.

 

"Mümine lânet etmek, onu öldürmek gibidir" tespitinden, lanet eden kimsenin işlediği hatanın büyüklüğü ortaya konulmuş olmaktadır. Lanetçinin dünyadaki cezası değilse de manevi sorumluluğu kâtilinkine benzer bir sorumluluktur.

 

لاَ يَنْبَغِى لِصِدِّيقٍ أَنْ يَكُونَ لَعَّانًا      صحيح مسلم الشاملة 1 4/ 2005

"Sıddîka lânetçi olması yakışmaz." (Müslim, Birr 84; Tirmizî, Birr 72)

 

Sıddîk, özü sözü doğru kimse demektir. Bu hadis-i şerif böyle birine lanet okumanın yakışmayacağını bildirmektedir. Eğer bir kişi başkalarına olur olmaz sebeplerle lânet ediyorsa, onun iman ve İslam’ının kemalinde bir kusur var demektir. Özü sözü doğru olma kıvamına erişememiş demektir.

لاَ يَكُونُ اللَّعَانُونَ شُفَعَاءَ ، وَلاَ شُهَدَاءَ يَوْمَ القِيَامَةِ       صحيح مسلم الشاملة 1 4/ 2006

"Lanetçiler, kıyamet günü ne şefaatçi ne de şâhit olurlar." (Müslim, Birr 85, 86; Ebû Dâvûd, Edeb 45)

 

Bu hadis-i şerif, etrafa lânet yağdırmayı huy edinmiş olanların kıyamet günü uğrayacakları mahrumiyeti ortaya koymaktadır. Onlar, kıyamette kimseye şefaatçi olamaz ve şâhitlik yapamaz, bu saadetleri yaşayamazlar. Bu da, onların müminler arasında olması gereken şefkat ve merhamet gibi güzel ahlaktan uzak bulunduklarının bir alametidir. Hem de lanet etmenin cezasıdır. Yani ahirette lanetçinin şefaati ve şehadeti kabul edilmeyecektir.

لَيْسَ الْمُؤْمِنُ بِالطَّعَّانِ وَلاَ اللَّعَّانِ وَلاَ الْفَاحِشِ وَلاَ الْبَذِىءِ       سنن الترمذي 4/ 350

"Kamil mümin, yerici, lanetçi, kötü iş ve kötü söz sahibi olamaz." (Tirmizî, Birr 48)

 

Kamil müminler kimseyi kötülemez, lânetlemez, işinde ve sözünde haddini aşmaz, ahlâksızlık yapmaz. Kemâlât noksanlığının alameti olan bu gibi düşük hareketlerin ve hususiyle lânetin en büyük tehlikesi; o lânetin netice itibariyle lanetçiye dönmesidir. Nitekim Rasul-ü Zişan (s.a.v) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

            إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا لَعَنَ شَيْئًا صَعِدَتِ اللَّعْنَةُ إِلَى السَّمَاءِ فَتُغْلَقُ أَبْوَابُ السَّمَاءِ دُونَهَا ثُمَّ تَهِبْطُ إِلَى الأَرْضِ فَتُغْلَقُ أَبْوَابُهَا دُونَهَا ثُمَّ تَأْخُذُ يَمِينًا وَشِمَالاً فَإِذَا لَمْ تَجِدْ مَسَاغًا رَجَعَتْ إِلَى الَّذِى لُعِنَ فَإِنْ كَانَ لِذَلِكَ أَهْلاً وَإِلاَّ رَجَعَتْ إِلَى قَائِلِها            سنن أبى داود 4/ 429

"Kul, herhangi bir şeye lânet ettiğinde o lânet gökyüzüne çıkar. Semanın kapıları ona kapanır. Sonra yere iner, yeryüzünün kapıları da ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz da lânet edilen kişiye döner. Eğer gerçekten lânete lâyık ise onda kalır, değilse lânet edene döner." (Ebû Dâvûd, Edeb 45; Tirmizî, Birr 48)

 

Lânet, kendisine gökyüzünde ve yeryüzünde yer bulamaz, lânet edilen kişiye ulaşır, eğer gerçekten o lânete layık biri ise, onda kalır, değilse onu söyleyene, yani lânet edene döner. Bu da kişinin kendi ağzıyla kendi felâketini hazırlaması, felâketine bizzat kendisinin davetiye çıkarması demektir. Hiç şüphesiz aklı başında hiç bir mümin böylesi acı bir duruma düşmek istemez. Bunun yolu ise, başkalarına lânet etmemektir.

 

            Yukarıda metin ve meallerini zikrederek izah etmeye çalıştığımız Hadis-i Şerifleri de göz önünde bulundurarak, Yezid’e lanetin caiz olup olmadığı meselesinde ulemadan farklı nakiller olmakla beraber, bizim için en sağlam görüş, her zaman olduğu gibi bu hususta da ifrat ve tefritten uzak durmayı kendilerine şiar edinerek, Rasülülah (s.a.v) Efendimize ve Sahabe-i Kirama tebaiyetti elden bırakmayan ve bu sayede de hakiki kurtuluşa nail olan Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat ulemasının görüşüdür ki  Onlar bu meselede Yezid’e laneti uygun görmemişlerdir.

 

Mevzu ile alakalı olarak Dr. Hasan Gümüşoğlu “İslam Mezhepleri Tarihi” kitabında şunları zikretmektedir;

Ebul-Ferec Îbnül-Cevzi gibi bazı kimselerin Yezid’e lânet edilebileceğini söylemesi[8] bir tarafa, Sadettin Teftazâni gibi Ehl-i sünnet itikadına dair değerli kitaplar yazan ve eserleri asırlarca medreselerde okutulan bir zatın Yezid’e lanet etmesi oldukça dikkat çekicidir. Teftazânî’nin: “Hz. Peygamber, ehl-i kıbleden olup namaz kılanlara lâneti yasakladı” dedikten sonra Yezid’in, Hz. Hüseyin’in öldürülmesine rıza gösterdiği ve sevindiği konusundaki rivayetlerin tevatür derecesine çıktığına dair açıklamalarını[9] doğru kabul etmek mümkün değildir. Zira bu konuda rivayetler çok farklı olup yukarda belirttiğimiz şekilde, tarafsız âlimlere göre Yezid, Hz. Hüseyin’in öldürülmesi için bir emir vermemiş ve onun vefât haberini aldığında da üzülüp ağlamıştır. Kaldı ki şayet böyle bir emri vermiş olduğu kabul edilse bile Teftazânî’nin de içinde bulunduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin ittifakıyla, amel imanın cüzü ve parçası olmadığı için mücerret ameli terk veya günah işlemek, Müslümanı imandan çıkarmaz ve kâfir yapmaz. [10]

İ. Gazzâlî hz., konuyla alakalı olarak; “Yezid’in Hz. Hüseyin'i öldürmesi veya öldürülmesini emretmesi sabit değildir, bunun için öldürdü veya emretti demek caiz değildir. Daha lânet nerede kaldı? Çünkü kati surette bilinmedikten sonra, her Müslümana büyük bir günah isnat etmek caiz değildir? Diyerek Yezid için, Hz. Hüseyin'i öldürdü veya emir verdi demenin bile mümkün olmadığına dikkat çekmekte ve Yezide laneti hiç doğru bulmamaktadır. İ.Gazzalî hz., Hz. Hüseyin'i öldürenlere ise - tevbe etmeden öldükleri kesin olarak bilinmesi durumunda -  lanetin caiz olacağını belirtmektedir.[11] [12]

Muhammed Pezdevî (493/1099), Yezid’in bir zâlim olduğunu belirtmekle birlikte onun küfre girdiği konusunda âlimlerin ihtilaf ettiğini, bir kısmının küfre gittiğine bir kısmının ise gitmediğine inandığını belirtmiştir. Pezdevî, Yezid’in halini bilmeye hiç kimsenin ihtiyacı olmadığını söylemiş ve bu mevzuda ileri geri konuşmaya gerek olmadığına işaret etmiştir. Pezdevî, “Allah Teâla bizi ondan (bu mevzuda tartışmalardan) müstağni kılmıştır”[13] diyerek mevzuyu kapatmıştır. Pezdevî’den başka bu mevzuda sükût etmeyi en doğru yol olarak gören âlimler de bulunmaktadır.[14] [15]

Ali b. Osman el-Ûşî (575/1179), Bed’ü’l-emali adlı Mâtüridiyye akaidine dâir manzum eserinde “Yezide ölümünden sonra fesat ve aşırılıkta ileri gidenler müstesna kimse lanet etmedi”[16] diyerek lanetin yanlış olduğunu ifade etmiştir. [17]

Aliyyül-kâri (1014/1605), yukarıdaki beyti izah ederken Yezid b. Muâviye’nin lâneti gerektirecek bir davranışının sabit olmadığına dikkat çekip, Haricîler, Mutezileden bazıları ve Şiilerin aşırılıkta ileri gidenleri müstesna, seleften kimsenin Yezid'e lânet etmediğini söylemiştir. O, Yezid’in öldürme emrini vermediğini, verse bile bir Müslümanı öldürmenin büyük günah olduğunu ifade etmiş ve büyük günahın ise Müslümanı imandan çıkarmasının bilinemeyeceğini, şayet böyle bir şey sabit olsa bile ölmeden önce tevbe etmesinin muhtemel olduğunu ifade ederek, lâneti caiz görmemiştir.[18] [19]

Yezid'e lâneti caiz görmeyen âlimler, Peygamber Efendimizin: “Ümmetimden Kayser’in şehrini (İstanbul) fethetmek maksadıyla giden ilk askerler mağfurdur (affedilmişlerdir)."[20]  hadisini de delil olarak getirmişlerdir. Bu sefer, hicri elli iki yılında rivayete göre Yezid b. Muâviye’nin kumandasında meydana gelmiştir. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr ve yaşı çok ilerleyen Halid b. Zeyd Ebu Eyyûb el -Ensarî (r.a.) gibi meşhur sahabiler, Yezid komutasında bu sefere katılmışlardır.[21]  Alimler, bu büyük sahâbîlerin Yezide itaat etmesini örnek göstererek, Yezid hakkında lânet gibi aşırılık ifade eden sözlerden kaçınılması gerektiğini söylemişlerdir. Ayrıca daha önce belirttiğimiz gibi Yezid’i halifeliğe sahabeden bazısı teklif etmiş ve daha sonra ona biat edenler arasında yüzlerce sahabe de yer almıştı. [22]

Ömer Nasuhi Bilmen ise Müslümanların, Ashab-ı Kiram hakkında nezih itikatlarını ortaya koymak için yazdığı eserinde meseleye geniş yer ayırarak bu konuda görüşleri değerlendirmiş ve konuyu şu ifadelerle bağlamıştır:

“Denilse ki: Yezide la’net câiz midir? Çünkü o, Hazreti Hüseyin’in katilidir veya katlini emretmiştir. Deriz ki: Bu asla sâbit olmamıştır. Bir kere Hazreti Hüseyin’i binefsihi katl etmediği zahirdir, katline emir verip vermediği hususunda ise muhtelif şayialar vardır. Artık sâbit olmadıkça “Hazreti Hüseyin’i o öldürmüştür” veya “öldürülmesine o emir vermiştir" denilmesi câiz olamaz. O halde Yezide la’net edilmesi de câiz olamaz. Bir Müslümanı, tahkik ve tesbit edilmeksizin katil gibi bir kebireye nisbet etmek câiz değildir. Nebiyi Zişan Efendimiz (s.a.v.), ehli kıbleye la’net edilmesini nehy buyurmuştur. Bir Müslüman bir takım masiyetleri irtikâb etmekle kâfir olmaz. Ehlisünnetin mezhebi budur”[23]

Yine İhya-ül’ulum ile şerhinde deniliyor ki: “Resulü Ekrem (s.a.v) Efendimiz bazı kimselerin küfür üzere öleceklerine tarafı İlahiden haberdar olduğu için onlara lanet etmiş olabilir. Nitekim Ebu Cehil ile Utbe ibni Rebîa hakkında lanette bulunmuştu. Fakat küfür üzere öleceklerine muttali olmadığı kimseler hakkında lanet etmekten nehiy buyurulmuştur. Ezcümle “Bi’ri Maune”de ashabı kiramdan bir mümtaz zümre şehit edilmişti, Nebiyi Zişan (s.a.v.) Hazretleri çok müteessir oldular, bu zatları şehit edenlere bir ay kadar kunutta lanete devam buyurdular. Bilahare:

(لَيْسَ لَكَ مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ أَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَإِنَّهُمْ ظَالِمُونَ) (Al-i İmran 3/128):

“Senin elinde yapacak bir şey yok. Allah ya onların tövbesini kabul eder ya da onlara azap eder. Çünkü onlar zalimlerdir.”  Âyeti Kerîmesi nâzil olmakla bu lanete nihayet verdiler.[24]

Görülüyor ya, Ashabı Kiramı şehit edip gayr-i müslim bulunan kimselere bile lanet edilmemesi emir buyurulmuş, artık bir Müslüman kalkar da mücerred fısk ve zulmünü bahane ederek diğer bir Müslümana nasıl lanet edici olabilir? Dinimizin verdiği yüksek terbiye böyle bir lanete mani değil mi? Din kardeşlerimiz hakkında kötü zanda bulunup seb ve şetimde bulunmak, artık İslam nezahetiyle kabili telif olabilir mi? [25]

Yine Resuli Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur.[26]

(إن اللهَ اختارَنى واختارَ لى أصحاباً واختارَ لى منهم أصهاراً وأنصاراً فمَن حفظَنى فيهم حفظَه اللهُ ومَن آذانى فيهم آذاهُ اللهُ)

 [جامع الأحاديث 7/ 433]

            Yani: Şüphe yok ki Allah Teâlâ, beni ihtiyar etti, hatem-ül enbiya kıldı, benim için de bir kısım ashab ihtiyar etti, onlardan da benim için âshar ve ensar ihtiyar buyurdu. Artık onların hakkında hürmetle benim hukukumu muhafaza edeni Allah taalâ muhafaza eder, bil'akis onların haklarında hürmetsizlikle beni müteezzi edeni de Allah Taalâ müteezzi eyler.

Ashar, bir zatın kayın pederi, kayın biraderi gibi refikası tarafından olan akrabasıdır. Ebu Süfyan ile Muaviye (radıyallahü anhüma) de Resuli Ekrem(s.a.v.)’in asharı cümlesindendir. Çünkü Ebu Süfyan Hazretlerinin kerimesi "Ümmi Habibe" (radıyallahü anha) Resuli Ekrem’in (s.a.v.) refikası olup Ümmühat-ül mümininden olmak şerefini haizdir. Bu halde Muaviye Hazretleri de Resulü Ekrem’in (s.a.v.) kayın biraderi bulunmak bahtiyarlığına nail ve “Hâlü’l-müminin" unvanını haiz bulunmuştur. Artık hangi Müslüman, bunlara karşı hürmetsizliğe cüret edebilir? [27]

Son dönemde yapılan ilmi çalışmalar da göstermiştir ki, Yezid'in aslında diğer Emevî halifelerinden pek farklı ilmi tarafı yoktur. Bazı Emevî halifelerine kıyasla tenkit edilen icraatları olsa da, bazılarından daha iyi bir ahlaka ve dîni hayata sahip olduğu söylenebilir. Bu itibarla Yezid, Raşid halifeler seviyesinde bir kişiliğe ve amele sahip olmasa da onun kâfir ilan edilmesi ve lanetlenmesi için yeterli sebep de bulunmamaktadır.[28]

Netice olarak Ehl-i sünnetin çoğunluğuna göre yeterli sebepler bulunmadığından Yezid’e küfür ve lanet câiz değildir. Âlimlerin bir kısmı ise bu konuda ileri geri konuşmayı doğru bulmayıp sükutu tercih etmişlerdir. Akl-ı selim sahibi kimseler, geçmişte yaşanan acı olayların daha sonra tekrarlanarak anlatılmasının bir fayda sağlamayacağını ve bunun Müslümanlar arasındaki ihtilafı derinleştireceğini düşünürler. İslâmî esaslara bağlı bir Müslüman, kesin delillerden uzak, doğruluğu sabit olmayan bir takım rivayetlerle Müslümanları değerlendirip onları kötü sıfatlarla anmaktan uzak durmanın daha doğru bir yol olduğunu kabul eder. [29]

 

 

[1] İslam Ansiklopedisi Türkiye Diyanet Vakfı Lanet bölümü

[2] Mütercim Asım Efendi, Merahu’l-meâli fi şerh-i’l-Emâli, İstanbul ts., s.141

[3] İhyaü Ulumi’d-din trc. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınevi C:3 S:280

[4] İhyaü Ulumi’d-din trc. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınevi C:3 S:281

[5] Tirmizi

[6] Ebû Dâvûd, Edeb 45; Tirmizî, Birr 48

[7] İhyaü Ulumi’d-din trc. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınevi C:3 S:281

[8] Bilmen Ömer Nasuhi, Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikatları, İstanbul ts., s.104

[9] Şerh’ul Akaid, 187-8

[10] Gümüşoğlu Hasan, İslam Mezhepleri Tarihi, Kayıhan Yayınları S: 67

[11] Gazzali, Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed, İhyaü ulumi’d-din trc. Ahmed Serdaroğlu, İstanbul 1993, III, 282,284

[12] Gümüşoğlu Hasan, İslam Mezhepleri Tarihi, Kayıhan Yayınları S: 68

[13] Ebu Yusr, Usuli’d-Din, nşr. H. P. Lins, Kahire 1963, s.198

[14] Mütercim Asım Efendi, a.g.e s. 138-9.

[15] Gümüşoğlu Hasan, İslam Mezhepleri Tarihi, Kayıhan Yayınları S: 68

[16] Kaside-i Emali Tercemesi, trc. Muhammed Şükri, İstanbul 1305, s.60

[17] Gümüşoğlu Hasan, İslam Mezhepleri Tarihi, Kayıhan Yayınları S: 68

[18] Dav’ü’l-meali fi şerhi Bed’i’l-Emali, s.27-8

[19] Gümüşoğlu Hasan, İslam Mezhepleri Tarihi, Kayıhan Yayınları S: 69

[20] Buhari, “Cihad”, 93

[21] Ayni, a.g.e XII, 10; ez-Zebidi,Ahmedi,Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih ve Şerhi trc. Kamil Miras, Ankara 1987, VIII,340

[22] Gümüşoğlu Hasan, İslam Mezhepleri Tarihi, Kayıhan Yayınları S: 69

[23] Bilmen, a.g.e. 103-4, ts.

[24] İhya Şerhi Zebihi C: 7 S: 488

[25] Ashabı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları S: 134 Ömer Nasuhi Bilmen

[26] Hatib Enes r.a. den

[27] Ashabı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları S: 134 Ömer Nasuhi Bilmen

[28] Kılıç, Ünal, Tartışmaların Odağındaki Halife, Yezid b. Muaviye, s. 419

[29] Gümüşoğlu Hasan, İslam Mezhepleri Tarihi, Kayıhan Yayınları S: 64



incemeseleler.com/ Arşiv

   
© incemeseleler.com