Hazreti Ömer'le Hazreti Muaviye gençtirler. Henüz İslam zuhur etmemiş ve onlar da müslüman olmamışlardır. Ticaret yapmak için İran'a gidiyorlar. Beraberlerinde, hızıyla meşhur arap atları vardır. Onları İran'da satıp para kazanacaklar. Bütün atları satmışlar, bir tanesi kalmış. O da en hızlı ve en pahalı olanıdır. Esas kârı onu satınca yapacaklardır.

Bir müşteri çıkar. Etrafında bazı adamlar vardır ve ona hürmet etmektedirler. Anlaşılıyor ki ekabirden. Müşteri, atın fiyatını sorar, öğrenir, kabul eder ve atı alıp, parasını bir gün sonra vereceğini söyler.

- Yarın buraya gelin paranızı alın, der, Hz. Ömer ve Hz. Muaviye:

- Siz kimsiniz? diyecek olurlarsa da, yanındakilerin işaretleriyle susarlar ve bir şey soramazlar. Kendi kendilerine:

- Her halde devlet adamlarından birisidir.

Paramızı vermeyecek değil ya ... derler,

Öbür gün parayı alacakları yere giderler. Fakat gelen giden olmaz. Can sakıntısı içinde, kaldıkları hana gelirler. Hancıya durumu anlatırlar. Hancı durumu anlar ve saraya gidip hallerini hükümdara anlatmalarını tavsiye eder. O sırada İran hükümdarı, adaletiyle meşhur olan Nüşirevan'dır.

Ertesi gün, bir tercüman vasıtasıyla şikayetlerini anlatırlar. Nüşirevan, ellerine yol parası olacak kadar cüz'i bir para verdirip saraydan gönderir. Buna daha da üzülen iki arkadaş hancıya durumu anlatıp ne yapmaları lazım geldiğini sorarlar. Hancı, "yarın beraber gidelim ve sizin tercümanınız ben olayım" der. Öyle yaparlar ve meramlarını anlatırlar. Mesele anlaşılır: Meğer bunların atlarını alıp paralarını vermeyen, hükümdarın yeğenidir. Önce tercümanlık yapan şahıs da yeğenin adamıdır. Bunları, yol paraları olmayan ve Arabistan'a gitmek için para isteyen yabancılar olarak tanıtmıştır. Nüşirevan'a.

Ortada iki suçlu vardı: Hükümdarın yeğeni ve sahtekar tercüman.

Nüşirevan Hz. Ömer ve Hz. Muaviye'nin her ikisinin de paralarını verdirir ve "Bu gece de bizim misafirimiz olsunlar, yarın erkenden gidebilirler" der ve ilave eder:

- Sabah erkenden şehirden çıkarlarken, biri şehrin bir kapısından, diğeri de bir kapısından çıksın.

Öyle yaparlar. Fakat her ikisi de acaip bir manzarayla karşılaşmışlardır. Çıktıkları kapıda birer ceset sallanmaktadır. Cesedin birisi hükümdarın yeğenine, diğeri de yanlış tercüme yapan tercümana aittir. Ömer ve Muaviye dehşete düşerler ve Nüşirevan'ın adaletini takdir ederler.

Gün gelir Peygamberimiz zuhur eder ve ikisi, de müslüman olur. Birisi İslam halifesi Hz. Ömer, diğeri de Şam Valisi Hz. Muaviye olur.

Şam'da bir cami yapılacaktır. Cami yapılması düşünülen arsanın sahibi bir yahudidir. Hz. Muaviye, nasıl olsa cami yapılacak diye, yahudinin izni olup olmadığına bakmadan arsayı istimlak eder. Yahudi’nin buna gönlü yoktur. Durumu halifeye şikayet etmek ister. Ver elini Medine ...

Medine'ye gelir. Adaletiyle meşhur halife Ömer'i sorar. Kendisine gösterirler. Yahudi, şikayetini Hz. Ömer'e anlatır. Şikayetçiyi dinleyen halife, oracıkta bulduğu bir kemik üzerine bir cümle yazıp onun eline verir ve:

- Bunu Muaviye'ye ver, der.

Üzerinde sadece tek kelimelik bir yazı olan kemikle geri gönderilen Yahudi, ümitsizliğe düşerse de, istemeye istemeye elindeki kemiği Şam'a kadar getirir ve Şam Valisi Hz. Muaviye'ye verir.          

Hz. Muaviye, halifeden gelen kemiği alır, okur ve yahudiye:

- Arsan alınmayacaktır, der.

Kemiğin üzerinde yazılı olan tek satır şudur:

- "Ben Nüşirevan'dan daha az adaletli değilim."

Fakat Yahudi bu adalet karşısında şaşırmıştır.

Çünkü koskoca halife, Şam Valisi karşısında kendisini tutmuş, yanlışlığa razı olmamıştır. Bu durumdan oldukça etkilenen yahudinin kalbinde hidayet rüzgarları esmeye başlar. Daha fazla duramaz ve müslüman olur:

- Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasulüh.

.

.

Ali Eren - Dini Hikayeler

Bu eser incemeseleler.com ile internete müsadeli olarak kazandırılmıştır.

Eseri başka sitelerde yayımlamak yasaktır !

   
© incemeseleler.com