Fesad: Selâhın zıddıdır. Fesad ile butlan, ibadette müsavidir ki, sahih olmayan ibadetlere, fâsid denildiği gibi, bâtıl dahi denir. Münakehat dahi, bir vecihten, ibadet olmakla, fâsid ile bâtıl onda da müsavidir. Beyi misilli, muamelâtta onlar müteferriklerdir ki, akdin iktiza ettiği şart ile, beyi etmek gibi aslen meşrû olup ta, vasfan meşrû olmayan: fâsid, ve — ölmüşü satma misilli — ne aslan ve ne vasfan meşrû olmayan: bâtıldır.

Salâtta sıhhat ki, şer'an muteber ve kazayı muakıt olmaktır; şurût ve erkânına riayet ile olup, zaten sahih olmayan ve abdestsiz, yahut kıbleye istikbalsiz kılınan namaza, fâsid ve bâtıl denildiği gibi şartlarına riayetle başlandıktan sonra, müfsidattan biri sebebi ile sahih olmayan namaza dahi, fâsid ve bâtıl ve »sıhhati mâni olan şeye müfsid, yahut mubtil denir.

Biz şimdi onlardan bahs edeceğiz. Müellif onları (namazda hades) unvaniyle, ziyade ettiğimiz fasılda mezkûr olanlara dahi, şâmil olmak veçhile, takriben altmış sekize iblâğ ediyor ki, âtîde, tâdâd olunur:

1 — Namazda amden tekellüm.

2 — Sehven tekellüm (1).

3 — Hataen tekellüm (2).

4 — Bilgisizlikten tekellüm (3).

5 — Uykudan tekellüm (4),

Kelâm, namazı ifsad ettiği gibi secde-i sehiv ve tilâveti ve — secde-i şükre kail olana göre de — onu dahi ifsad eder.

Kelâmın azı dahi, çoğu gibi, müfsiddir. Kelâm, ameli-kalîl gibi değildir ki, ameli-kalîlden ihtiraz olunamayacağı cihetle, o mafuvvdur (5).

6 — Nasın kelâmına benzeyen duâ: Ya Allah beni şöyle giydir. Yahut beni şöyle doyur. Ve yahut: filânca kadını bana nasip eyle, gibi ki,bunların, kullar cihetinden talep ve tahsili mümkün olmakla bu gibi duâlar, salâtı müfsiddir (6). Yâ Allah bana âfiyet ver ve beni affeyle vemerzûk eyle, demek gibi değildir (7).

7 — Tahiyyet niyyetiyle selâm (8).

Her ne kadar, aleyküm lâfzım söylememiş ve selâm lâfzı kendisinden sehven sâdır olmuş olsa da.

8 — Lisanen selâm almak (9), velev ki, sehven olsun. Zîra insanlaramahsus kelâmdır.

9 — Musafaha ile selâm almak. Çünkü, çok iştir. (Amel-i kesirdir).

10— Çok meşgul olmak. (Amel-i kesir) (10).

Az amel, salâtı müfsid olmaz. Çok işi azdan ayıran şey şudur ki, zaid amel: onu işleyeni gören, namazda olmadığına şek etmek (11). Eğer şüphe ederse, o amel azdır (12).

Rükûa varırken ve rükûdan kalktıkta, el kaldırmak, bizce mekruhtur, müfsid değildir.

Bir çocuk, namazda bulunan emzikli kadının memesini, üç kere emer ve süt gelirse, o kadının namazı fasid olur.

(Namazda olan kadını, erkek öpmekle dahi, kadının namazı bozulur. Nitekim, gelecek fasılda zikr olunur).

11— Kıbleden göğüs çevirmek (13).

Meğer ki, sebkı hadese, yahut havf namazında saf değiştirmeğe mebni ola.

12 — Ağız dışından bir şey yemek, velev susam danesi kadar olsun.

13 — Dişleri arasındaki, çokça şeyi yemek.

Nohut tanesi kadar olan şey, kesirdir. Onu az hareketle, dahi yese namaz fâsid olur. Susam tanesi kadar olan şey, kalîldir. Onu ağız içinden yutmak, tükrük kabilinden olarak, zarar vermez. Eğer çiğneye çiğneye, yerse, namazını, zaid amel ile, iptal etmiş olur.

Ağızda bir şey, çiğnemek ve gevelemek, namazı müfsid olduğu gibi ağzına şeker alıp, namaza durmak ve eridikçe yutmak dahi namazı müfsiddir.

Namazda sakız çiğnemek dahi, müfsiddir.

14 — Bir şey içmek (14).

15 — Bilâ özür, tenahnuh (15).

Eğer kıraeti mânî olan, balgamı izale gibi, bir özre mebni olursa, namazı ifsad etmez (16).

16 — Üf yahut püf diye toz üflemek ve yahut bezginlik göstermek.

17 — Ah ve enin ederek inlemek.

18 — Teevvüh etmek, yâni ah ve vah demek (17).

19 — Ağlaması yükselip (18) işidilecek hurûf (19) hâsıl olmak.

Bunlar, yâni gerek enîn, gerek teevvüh ve gerek yüksek sesle ağlama, musâllînin, kendinde olan, ağrı ve sızıya, yahut sevdiğini gaib etmek veya mal ziyanına uğramak sebebiyle olan, bir musibete mebni ise, söz mânâsında olduğu için (20), namazı ifsad eder. Cennet ve cehennemi tezekküre mebni ise, huşûa delâlet ettiği için, ifsad etmez. Hadîste, «Cenab-ı Hakka, ağlayarak itaat eden, gülerek cennete dahil olur ve gülerek günah işleyen, ağlayarak nârâ dahil olur.» buyurulmuştur.

Fürû: imamın kıraeti hoşuna gidip te ağlayan ve: naam, yahut: belî, diyen kimsenin namazı fâsid olmaz. Şeytan vesvese verip te, (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh) demek, eğer âhiret umuru için ise, namazı ifsad etmeyip, dünya umuru için ise, namaz fâsid olur. Kendisini akrep sokmakla, bismillah, diyen kimsenin, namazı fâsid olmaz.

20 — Aksırana, «yerhamülkellâh», diye hayırlı dua ile hitap etmek (21).

21 — Şeriki bâriden sual edene, «Lâilâhe illallah» diye cevap vermek.

22 — Fena habere cevaben (innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn) demek.

23 — İyi habere ( el-hâmdü-lillah) diye mukabele etmek.

24 — Teaccüp olunacak habere (Lâilâhe illallah), yahut (sübhânallah) demek.

25 — Kur'ândan, her şey ki, onunla cevap kasd olunmuştur (22): meselâ, kitap gibi bir şey arayana (yâ yahyâ huzil-kitâb) (23), ve bir şeyityanını, istizan edene (âtinâ gadâenâ) ve bir şey almak için, istizanda bulunanı, nehyen (tilke hudûdullah felâ takrebûhâ) demek gibi ki, bunlar,tarafeyn indinde salâtı müfsiddir.

Eğer cevap kasd etmeyip, kendisinin, namazda olduğunu bildirmek isterse namaz ittifakla, fâsid olmaz.

26— Teyemmüm ile namaz kılmakta olan kimse, suyu görüp istimaline kadir olmak, yahut müteyemmim olarak imamet eden kimse suyugörmediği halde, ona muktedî bulunan kimse görüp, imamda onu istimale kudret bulmak (24), ve yine teyemmümü mübah kılan, her özür zail olmak.

27 — Mesih müddeti, namaz içinde hitam bulmak.

28 — Ayağından az işle dahi mestini çıkarmak (25).

29 — Bir karie, muktedi olmayan ümmi (26), namaz içinde bir âyetteallüm etmek, gerek telâkki tarikiyle teallüm etmiş olsun, gerek tezekkürsuretiyle teallüm eylemiş bulunsun.

30 — Uryan kimse namazda şol örtüyü bulmaktır ki, namazı onunlakılmak, kendisine lâzım ve mütehattim ola (27).

31 —İma ile, rükû ve sücud etmekte olan kimse, namaz içinde rükûve sücuda kaadir olmak (28).

32 — Sahibi tertip, geçmiş bir namazı hatırlamak.

Gerek kendi geçmişi, gerek imamının geçmişi olsun ve hattâ, vitir namazından ibaret bulunsun.

(Onu vakit, geniş olduğu halde hatırlamak, kılınan vakit namazını mevkuf fesad ile ifsad eder. Nitekim, fevaitin kazâsı babında beyan olunur).

33 — Ümmi ve mâzur misilli, imamete salih olmayanı, imam İstihlâfetmek.

34 — Sabah namazını kılarken, güneş doğmak (29).

35 — Bayram namazı kılınırken, güneş zevale ermek.

36 — Cuma namazı kılınırken, ikindi vakti olmak (30).

37 — Şifa bulmasına mebni, Cübeyre (sargı) yerinden düşmek (31).

38— Mazurun, özrü zail olmak.

Onun zevali, kâmil bir vaktin, ondan hâli olmasiyle, malûm olur (32).

39— Amden veya başkasının sun'u ile namazda hades vâkî olmak.

Amden kaydı, sebkı hades suretinde, musâllî salâtına, bina edebileceğindendir.

40— Bayılmak Bu ikisi, abdesti bozanlardandır. Az ve süreksiz dahi olsa, müfsiddir.

41 — Çıldırmak 

42 — Nazar ile ve yahut mütemekkin olan nâim, cünüp olmak (33).

43 — Musâllîye müştehiyyat, muhazî olmak.

Bu «müştehiyyat muhazatı» meselesi, eski ve yeni metinlerde, safların tertibi faslında münderiç iken, müellif onu, salâtın müfsidatı faslına geçirmiştir. Ancak, muteber şartlarını eksik saymış olduğundan, meseleyi ileride genişçe izah etmek lâzım gelmiştir (34).

Muhazat: Malûm olduğu üzere bir hizada olmak.

Müştehiyyat: İştiha olunan kadın, demek ise de, bunlar bu bapta tamim olunarak, müştehiyyat mutlaka, kız ve kadın mânâsı, kasd ve irade olunduğu gibi, muhazattan dahi, kadın kısmı namazda, erkeğin yanına, yahut ilerisine durmak, mânâsı kasd ve irade olunmuştur.

Muhazatı-müştehatın bilhassa, erkeklerin namazını müfsid olması,kıyasta ihtilâflı olup (35), bir takım şurut ve kuyud ile mukayyeddir. Şöyle ki, iki kişi arasında müşareketi müfid olan, muhazat erkek ile kadın arasında olmak ve bilhassa, cemaat ile kılınan namaza ait bulunmak üzere, hasren erkeğin namazını (36), ifsat edici olup, zikr olunan muhazatın, fesadı mucip olabilmek için:

Birincisi, musâllînin mükellef olması şarttır. Sabînin namazı, müştehatın muhazatı ile fâsid olmaz. Müştehatta yaş, muteber değildir. Dokuz yaşındaki, kız çocuğu müştehattır. Yedi sekiz yaşındakiler, irice olmak şartiyle müştehattır. Ondan küçüğü, müştehat değildir. Pek çirkin, ihtiyar kadın dahi mazideki hali itibariyle, müştehattır ve müştehat, mutlaktır : hurreye ve cariyeye ve mahreme ve ecnebiyyeye ve halîleye, şâmildir. Yâni musâllîye cemaat olarak, muhazî duran kız veya kadın, ona gerek ecnebî ve namahrem olsun, gerek valide veya hemşire gibi, mahrem bulunsun, gerekse, kendi zevcesi veya cariyesi olsun, salâtı ifsad etmekte, bunlar yekdiğerine müsavidir. Müştehat kaydı, müennes, mef'ûl ismi olmak itibariyle, emreden ihtirazdır (37).

İkincisi, aralarında muhazat vuku bulan, müzekker ve müennes iki şahsın ikisi de, namazda bulunmak şarttır (38). Namazda bulunan bir erkeğin yanına, bir müştehat gelip, mücerret durmakla, musâllînin salâtı fâsid olmadığı gibi, gelen müştehat, deli olup, musâllîye — bir hizada — namaza dahi dursa, delinin namazı, mün'akid olmadığı için, musâllînin namazı yine fâsid olmaz.

Üçüncüsü, bulundukları namaz, (salâtı - mutlaka) olmak şarttır. Cenaze namazı, rükûsuz ve sücudsuz olduğu ve meyyite duâdan ibaret bulunduğu için, (salâtı mutlaka) yâni (salâtı kâmile) ve hakikiyye olmadığından, namaz muhazatla fâsid olmaz.

Dördüncüsü, bulundukları namaz, aralarında tahrîmeten ve edaen. müşterek olmak şarttır. Namazda iştirâk, ikisi bir imama uymak, yahut müştehat gelip de, muhazî durduğu erkeğe, iktidada bulunmakla olur ki, buna — tehrîme haysiyyetiyle — iştirak tâbir olunur. İlk surette, onların, her ikisi kendi tahrîmelerini,

Bir imamın tahrîmine ve ikinci sûrette, biri imam ve diğeri, ona muktedi bulunmakla, muktedîye olan müştehat, kendi tahrîmesini, iktida ettiği, musâllînin tahrîmesine, bina etmiştir. Bu iştirakte, müştehatın — namazın evvelinde — imama yetişmesi şart olmayıp, hattâ imam bir veya daha ziyade, rekât kıldıktan sonra, müştehatın, mesbuk olarak, gelip iktida etmesinde dahi, muhazat müfsidesi muteberdir. Ve mezkûr iştirak, farz kılanın, farz kıldıran imama ve nâfile kılanın nâfile kıldıran imama iktidası misilli, hakikî ittihat ile olduğu gibi, nâfile kılanın farz kıldırana iktidası misilli, zımnî ittihat ile dahi olur. Edaen iştirak, tâbirinin mânâsı, onların kıldıkları namaza hakikatten veya hükmen imam bulunmak, demektir. Meselâ, müdrik olan muktedînin imamı hakîkaten mevcut olduğu gibi, lâhik olan muktedînin imamı dahi hükmen mevcuttur (39). Binaenaleyh, onlar hem tahrîmelerini imamın tahrîmesine ve edalarını imamın edasına, bina etmiş bulunduklarından, kıldıkları namaz, aralarında tahrîmeten ve edaen, müşterek olmuş olur. Münferiden kılınan namazda, tahrîmeten iştirak olmadığı gibi, mesbukun, imamın feragatinden sonra, geçmişi kazâ, halindeki infiradında (40) dahi, — eda itibariyle — müşareket olmadığından, ondan sonraki, müştehat muhazatı, namazı ifsad etmez. Lâhıkın lâhika, abdestin tecdîdi tarikinde muhazatları dahi, onlar o vakit, salâtın hakîkatiyle değil salâtın ıslâhı ile müşteğil bulunduklarından (41), aralarında — tahrîme itibariyle — müşareket mevcut ise de, — edâ itibariyle — müşareket mefkuud olduğundan, fesadı mucip olmaz.

Beşincisi, ikisi — hailsiz — bir mekânda bulunmak şarttır. Eğer, mekân muhtelif olup meselâ, biri bir adam boyu yüksekte ve diğeri alçakta bulunarak, müştehatın hiç bir uzvu, musâllînin, hiç bir uzvuna muhâzî gelmezse, salâtın fesadı dahi olmaz. Kezalik, mekân birliği olup ta, arada hail bulunmak dahi, muhazatın ref'i, fesadın defini muciptir. Hailin ednası, musâllîye sütre olabilen miktardır ki, en az, bir züra yüksekliğinde olur (42). Arada fâsıla bulunmak dahi, hail makamına kaimdir. Onun da edna mertebesi, bir adam sığacak kadar olan açıklıktır. Mekânın hükmen ittihadı, muhazatın namazı ifsadı için kâfidir. Meselâ, müştehat bir boydan az, musâllîden aşağı veya yukarı bulunsa, muhazat kısmen mevcut olmakla, mekânlar hükmen müttehit sayılır. Ve musâllînin namazı fâsid olur.

Altıncısı, imam başlama vaktinde, o müştehatın, yahut - alelitlâk nisâ taifesinin imametini niyyet eylemiş olmak, şarttır. Eğer imamda nisa için niyyet yok ise, müştehat, namaza dahil olmakla dahi şart tahakkuk etmemiş, yâni muhazî müştehat ile muhazî musâllî arasında salâtta iştirak bulunmamış olur.

Yedincisi, onların, cihetleri dahi müttehid olmak şarttır (43). Cihetler, muhtelif olursa namaz fâsid olmaz.

Sekizincisi, musâllî, muhazat eden müştehata geri durması için işaret etmiş olmamak şarttır.

Eğer musâllî (44), o işareti etmiş olup ta, müştehat geri durmamış bulunursa, müştehatın namazı fâsid olur (45). Musâllînin namazı fâsid olmaz (46). Onun ilerlemesi dahi lâzım gelmez (47). Çünkü, ilerlemekte kerahet vardır.

Dokuzuncusu, Muhazat, bir rükünde olmak şarttır (48).

44— Namazda, kendisine sebkı hades vâki olan kimsenin — gerekerkek gerek kadın olsun — abdestini tecdit etme kaydinde olduğu sırada,avret yeri zahir olmak (49).

45—Namazda kendisini hades sebk eden kimse, abdest almağa giderken kıraet etmek.

46— Yahut, abdestten sonra namazı itmama gelirken, kıraet etmek.

Çünkü, birinci surette, bir rükün — hem hadesle ve hem yürüyerek — ve ikinci surette — yürüyerek — eda etmiş olur (50). Tesbih ve tehlîl ve istiğfar, mânî değildir.

47— Hades sebkından sonra, bir rükün edâ edecek kadar — özürsüz— uyanık olarak durmak.

Amma, cemaatin sıkışıklığına binaen, yahut burnundan gelen kanın kesilmesine intizaren beklerse ve yahut yerleşerek uyumak esnasında burnu kanamış olup ta, o hal üzere, bir müddet uyuya kalmış bulunursa, namaz fâsid olmayıp, bina câiz olur. Nitekim, binanın cevazı şartlarının dokuzuncusunda zikr olundu.

Rükû veya sücud halinde, kendisine hades sebk etmiş olan kimse, namazın ifsadından ihtirazen, rüknün itmamı niyyetiyle değil, abdest niyyetiyle başını kaldırır (51).

48— Namazda, kendisine sebkı hades vâkî olan kimse, abdest almakiçin, yakin olan suyu, amden geçip, iki saftan ziyade, uzaktaki suya gitmek (52).

Namazda, kendisine hades sebk eden kimse için —indel-hâce— kapı açmak ve hadesinden hâsıl olan necasetten (53) elbisesini temizlemek ve kendisinden necisi atmak (54) ve abdestte, farzlar ile iktifa etmeyip, abdestin sünnetini de işlemek vardır (55).

49— Musâlli, hades zanniyle — Meselâ, burnundan akan suyu kan sanarak — mescidden çıkmak.

Çünkü, özürsüz namaza münâfî olan hal, vâkî olmuştur ki, o da yürümektir.

(Mescid tâbiri, bu durumda namaz kılınan mahaldir ki, camiye, haneye ve arsaya, şâmildir).

Eğer, mescidden veya arsa ve haneden ve namazgâhtan dışarı çıkmamışsa, ıslâh kastine mebni, istihsanen namaz fâsid olmaz (56). Mescid, namaz mahalli olmak itibariyle, onun hepsi bir mekân hükmündedir (57).

Kadın kısmı, hades zannına mebni, namazı bırakıp namazgahından iner, yâni evi içinde, namazgâh ittihaz ettiği yerden çıkar ise, namazı fâsid olur. Çünkü, ona göre, orası, erkeğe göre mescid menzilesindendir. Hattâ kadın orada, İtikâf dahi eder.

Namaz kırda kılındığına göre, safların mahallî, yahut sütre yeri mescid hükmündendir. Ellinci sayıdaki izahat, bu hususa dairdir.

50— Mescidin ve ev hükmünde olan, mezkûr mevzilerin gayride yâni, sahrada namaz kılan kimse, hades zanniyle safları, yahut önündekisütreyi tecavüz etmek.

Kırda namaz kılmakta olan kimse, cemaatte olduğuna göre, her taraf tan safların mekânı, ve münferid bulunduğuna göre, her taraftan secde mevzii için yeter miktar, onun hakkında mescid hükmündedir.

Önünde sütre var ise, gerek cemaat ve gerek münferid hakkında, ön cihetten, son sınır sütredir. Sütre yok ise, münferid için önden münte hâ haddi: Secde mevzii, ve cemaat için arkadaki, saflar miktarı, mahaldir. İmdi, hades vukuu zanniyle, mescidden çıkmamak üzere, namaz mahallinden ayrılmak, camideki musâllîye göre, mâfuv olduğu gibi, kırdaki musâllîye göre, mescid hükmünde olan, mezkûr hududu tecavüz etmemek üzere, namaz mevziinden ayrılmak dahi, mâfuv olup, onları geçmek, mescidden çıkmak gibi, namazı müfsid ve binaya mânîdir.

51— Kendisini abdestsiz, yahut meshi müddetinin bittiğini sanarakve yahut üzerinde faite veya necaseti mânia bulduğunu tevehhüm eyleyerek (58), namaz mevziinden ayrılmak.

Bunda, mescidden ve emsalinden çıkmasa bile, namazı fâsid olur. Zira, namazdan, islâh azmiyle değil, terk kasdiyle ayrılmıştır (59).

52 — Musâllî, imamın gayriye fethi-kıraet etmek (60).

Zîra, zaruret olmadan, ona talim demektir. Fethin tekrar edilmesi dahi, namazın fesadı için, — ales-sahih — şart değildir.

İmamına feth etmek, câizdir (61). Her ne kadar, imam mefruz miktarında okumuş ve yahut başka âyete geçmiş bulunsun. Çünkü, bunda hem imamın ve hem kendinin namazını ıslâh vardır (62).

Sahih olan budur ki, imamına feth eden muktedi kıraeti değil, fethi niyyet eyler. Zîra fetih, ruhsata dayanır. Kıraet ise, mahzurdur (63).

53 — Bir namazı kılmakta iken, onun gayri bir namaza (64) intikal kasdiyle (65), tekbir almak (65a).

Amma kıldığı namazı ifsad eylemez (66). Meğer ki, mesbuk ola. Çünkü, mesbuk ile münferid, hükmen mütehalliftir.

(İstihlâf bahsindeki istidradı okuyunuz).

Bu meselenin izahı şöyledir ki, bir kimse bir namazı, meselâ, bir rekât, kıldıktan sonra, «Allahü ekber» diye ikinci bir iftitah tekbiri almak ve diğer tabir ile, namaza bir ikinci başlayış yapmak (67), ikiden hâlî olmayıp, ikinci başladığı namaz, evvelkinin ya aynidir ve yahut gayridir.

Ayni olduğuna göre, lâfzan niyyet etmiş olmadıkça (68), evvelce kıldığı rekât, fâsid olmayıp, namazının rekâtlarına mahsup ve kalben ettiği niyyet, hâsılı tahsil niyyeti, demek olduğu için, lağv olmuş olur (69). Ve artık, son kaade, o nisaba göre, icra edilmek lâzım gelip, şayet evvelce kıldığı rekâtı, kendi zannınca fâsid bilerek, ondan sonra, meselâ: Öğle namazına göre, üç yerine dört kılar ve üçüncü rekâtta oturmazsa, son kadeyi terk etmiş olduğundan, farzı bâtıl olur.

Gayri olduğuna göre, evvelce kıldığı rekâtı, ifsad etmiş olur (70).

Bunun muamelâttan nazîri, - Emvali mütekavvimeden - olan bir şeyi iki akit, muayyen bir bedel mukabilinde, alım satım edip, badehû, bedelin, tezyid veya tenkisi üzerine akdi tecdid eylemek, veyahut yine o semen üzerine, eski akdi, tekrar etmektir ki, evvelki surette ikinci akid, ve ikinci surette birinci akid muteberdir (71).

Gayriyette — min vechin — mugayeret kâfî (72), ve ayniyette — her vecihten — ayniyyet lâbuddur ki, o da, bir namazı aynen istinaf ile olur.

54 — Tekbirde, yâni «Allahü ekber» demekte, hemzeyi medd etmek (73).

55 — Hıfzında olmayanı, mushaftan okumak (74).

Her ne kadar, mushafı hâmil değilse de. Çünkü, diğerinden telâkki edebilir.

Amma, okuduğu ezberinde ise, ve mushaf nezdinde değilse, telâkki ve amel olmadığı için, namaz fâsid olmaz. Çünkü, o kıraet, onun mushaftan telâkkisine değil, kendi hıfzına muzaftır. Hamlolmadığı için, amel dahi yoktur.

(Mushaftan okumadıkça, kıraete kaadir olmayan kimse, ümmi demek olduğu için (75), namazı kıraetsiz kılar. Mushaftan okuyarak kılmak, ona câiz olmaz).

56 —Avretin inkişafı veya necaseti mânianın vücudu ile beraber—velev sehven— bir rüknü eda etmek.

57 — Yahut eda edecek kadar zaman geçmek.

(Onu sünnetiyle edaya kâfi olan müddet maksuddur ki, o da, üç tesbih edecek kadar olan zamandır. Ve bu, imam Ebû Yûsufun mezhebidir. Muhtâr olan da budur. Bilfiil, rüknün edasının, ifsadında ittifak vardır.

Eğer, necasetin, vukuunu müteakip defeder, ve meselâ yelin esmesiyle açılan avret yerini, hemen örterse, zarar vermez (76).

58— Muktedî, bir rükünde imama müşarik olmayarak, onu sabık bulunmak: İmamdan evvel rükû edip kalkmak ve onu, imam ile beraber,yahut ondan sonra devamla, imamla beraber selâm vermek (77) gibi ki, namazı itmam etmiş olmak zannıyla, amden selâm vermiş olduğu için, fâsiddir (78).

Amma o rükûu, o veçhile iade etmediği gibi, imam ile beraber selâm dahi vermeyip, her rekâtın, rükû ve sücudunda imamı sebk etmiş bulunursa, imamın namazı sonunda, kıraetsiz bir rekât kaza eder ki, imamın önceki namazını, müdrik olduğu için, lâhik demektir. Lâhik ise imam ile fevt ettiğini, imamın ferağından evvel, kazâ etmek, gerçi kendisine mütehattemdir ve lâkin, ilk rekât, onun rükû ve sucudunda, imama gerekirse de mütabeatı terk etmiş olmak sebebiyle, kendisini fevt eylemiş olduğundan, ikinci rekâttaki rükû ve sücudu ilk rekâttan, ve üçüncü rekâttaki rükû ve sücudu, ikinci rekâttan, ve dördüncü rekâttaki rükû ve sücudu üçüncü rekâtten, kazâ olmakla, imamın selâmından sonra dahi, kıraetsiz bir rekât kazâ ederek, namazı tamamlamış olur.

59 — Mesbuk olan muktedi, imamın selâmından (79) veya teşehhüd miktarı kuuddan (80) sonra, geçmişini kazâya kalkıp, rekâtım secde ile takyid ederek (81), imamdan ayrılmış ve ayrıldığı teekküd etmiş iken, imamın — hatırlıyarak — vardığı sehiv secdesinde (82), imama mütabeat etmek.

Çünkü, infirad, mevcut ve vâcib olduktan sonra, imama iktida etmiş olmakla, namaz fâsid olmuştur.

60 — Musâllî son kadeden yâni namazın sonunda, teşehhüd miktarı oturduktan sonra, hatırladığı, namaz secdesini (83), veya tilâvet secdesini (84) edâ ve ifadan sonra, kadei ahîreyi iade etmemek.

Çünkü, son kade, ancak erkânın itmamından sonra muteber olur ki, erkânın hatmi içindir (85).

61— Musâllî uykuda eda etmiş olduğu rüknü, —uyandıktan sonra —iade etmemek.

Çünkü, namazın farzlarında mezkûr olduğu üzere, namazın sıhhatinin şartı, uyanık olarak eda etmektir.

62 — Mesbuk olan muktedînin imamı, son kadeden sonra, amden olmasa da, — kahkaha ile — gülmek.

63 — Mesbukun imamı, kuudu ahîreden sonra, kahkahanın gayri birtarîk ile «hadesi amidde» bulunmak.

Hazreti imam nezdinde, imamın namazından müfsid hâsıl olduğu, cüz, fâsid olarak, mesbukun namazından dahi, onun misilli, fâsid olmakla, geçmişi ona bina etmek, mümkün olamaz (86).

64 — İki rekâtlı olan farzın gayride yâni, akşam namazında ve dörtrekâtlı farzlarda, mukîm iken, kendini müsafir, yahut:

65 — Kıldığı öğleyi cuma veyahut;

66 — Kıldığı yatsıyı teravih, yahut;

67 — Yakın vakitte, müslim olduğa için, bilmeyerek dördü iki, yahut;

68 — Müslim cahil olarak neşet ettiği için, yine dördü iki sanarak,birinci kadede selâm vermek.

Çünkü, mezkûr selâm, zamanından evvel, namazı kesmek için amden olmakla, namazı müfsiddir. İki kadeyi son kade zanniyle selâm vermek gibi değildir ki, bu müfsit değil, secdei sehvi muciptir (87).

Kariin zellesi (hatası) ahkâmı, müfsidata zeyl olacak ehemmiyyetli mesâilden iken, müellif onu geçmiş ve Muhaşşî merhum, mülâhhası aşağıda görüldüğü üzere, zikr etmiştir:

------------------

(1) Sehivden maksud, nisyandır ki, namazda bulunduğunu unutmaktır. Eğerdenirse ki, namazı kesmede selâm dahi kelâm gibi iken, onda amdle nisyanı niçin fark ettiniz? Cevap verilir ki, selâmda, ezkâra müşabehet vardır. Çünkü, selâm Allahın isimlerindendir ve teşehhüdde mezkûrdur. Demek ki, salâtın cinsindendir. Kelâma, kendisiyle hitâp kasd olunduğunda mülhak olur. Amelen — iki benzeyişle — nisyan hâlinde, ezkârdan ve kasd halinde, kelâmdan itibar olunmuştur.

(2) Hataen yanılmaktır. Ey nas diyecek yerde, ey kimse demek gibi.

(3) Kelâmın, namazı müfsid olduğunu bilmeyerek söylemektir.

(4) Uyuklayarak demektir ki, namazda uyuyanın kıraeti muteber olmadığıhalde, kelâmı vs kahkahası salâtı müfsid olmak, muhtârdır. Halebî der ki, tekellümden maksat, nâsın kelâmından iki veya daha ziyade harfi tekellüm eylemektir. Muhaşşinin beyanına göre, kelime, salâtı müfsid olmak için, onda harfların tashih olunması ve işitilmiş olması şart kılınır ki, bunların biri mefkud olursa, kelâm sayılmadığı için, fesad da olmaz. Namaz harfsız işitilen üfleme ile defâsid olur.

(5) Çünkü, zi-hayatın bedeni, hareketten tab'an hâlî değildir. Kelâm ise, hareket gibi tabii olmadığından, onun kalîli dahi ihtirazı mümkündür. Unutarakyemek, oruçta, mâfuv iken, salâtta mâfuv değildir. Zira salât hali, salâtı hatırlatır. Siyam hali ise orucu hatıra getirmez.

(6) Tekellümde nâsın kelâmına benzer, duâ dahil iken, müellifin onu zikrederek tahsis etmesi, onda hilâf vukuuna mebnidir ki, imam Şâfîi hazretleri onunlafesadın yokluğuna kaildir. Eğer denirse ki, dua ademî hitabı olmadığı için, nâskelâmından, nasıl olabilir ? Cevap verilir ki, onda muhataba, şart değildir. Görmezmisin ki, namazda meselâ: fatihanın kıraeti diyen kimsenin huzûrunda muhatapkimse bulunmasa bile, namazı bâtıl olur.

(7) Müellif böyle demekle, mukayyed rızkı taleble, mutlak rızkı taleb arasındaki, farka işaret etmiştir ki, evvelkisi müfsid ve ikincisi gayri müfsiddir. Kuldan talebi müstehîl olup olmamak arasındaki tafsil, Kur'ânda ve sünnette vâridolmayan, duâlar hakkındadır. Namazda duâ mahalli, son kadenin müntehası ise de,müfsidat ondan evvel olmak kaydiyle mukayyed bulunduğuna nazaran, bunlarınifsadı dahi, namaz esnasında vukuu sûretindedir. Şu kadar ki, o gibi duâları salâtın sonunda, selâmdan evvel etmek câiz değildir. Çünkü, namazdan olur. Bir denamazda Arabî lügatinin gayri ile, duâ etmek haram olduğundan, tercümelermaksûdu ifade etmiş olmaz.

(8) Tahiyyet niyyeti tâzim ve âşinalık kasdi demektir ki, mezkûr kayd, tahlîl selâmından ihtiraz içindir. Zîra, tahlîl selâmı ki, namazdan çıkmak, selâmıdır, sehven olursa, namazı ifsad etmez. İlk kadeyi son kade sanarak, selâm vermek gibi. Eğer salâtı kesmek kasdiyle verilirse namazı keserek ifsad eder: Yatsıyı, teravih, yahut sabah namazı, zanniyle iki rekâtte, selâm vermek gibi. Cenazenamazının gayride, kaimen verilen selâm dahi, müfsiddir.

(9) El ve işaretle selâmın reddi, mekrûh ise de, müfsid değildir.

(10) Maksud namaz amellerinden olmayan ve namazı ıslâh için yapılmayan, herzaid ameldir. Sebkı hadese mebni şartınca, abdesti yenileme ve imamda İstihlâfve korku salâtında, safın tebdili amelleri müstesnadır. Namazda düşen serpuşu, alıpbaşına koymak, zaid amel değildir, ve baş açık kalmaktansa, onu başa almak efdâldir. Nitekim, dürrün mekrûhatında mezkûrdur.

(11) Failinin namazda olmadığına şek etmek, namazda durduğunu bilmeyenegöredir. Yoksa, bir kimse birinin namazda durduğunu müşâhade edip te, sonra ondan namaza münafî bir hâl görse meselâ; eline tarak alıp, başını, yahut sakalınıtarasa, namazı fâsid olur. Şununla beraber ki, onun namazda olmadığını teyekkunşarttır.

(12) Diğer türlü dahi tarif olunarak: Üç mütevali hareket, kesir ve onun aşağısı kalildir. Yahut: İki el ile yapılması âdet olan şey, bir el ile dahi yapılsa, kesir, bunun aksi, kalîldir. Yahut: Faile maksud olan kesîr, ve maksud olmayankalîldir, veyahut tecrübeye göre olup, ehlinin kesîr dediği kesîr, ve kalîl dediğikalîldir, denildi.

(13) Göğüs tabiri, yüzden ihtirazdır ki, yalnız baş çevirmek namazın mekrûhlarındandır.

(14) Çünkü, içme dahi, yeme gibi namazı münâfidir. Başını semaya kaldırıp, ağzını açmakla, boğazına dolu, yahut yağmur tanesi düşerek, onu da yutsa, namazı bâtıl olur.

(15) Tenahnuh: Sebepsiz, boğazını karıştırıp öksürme ve ses çıkarmaktır ki,yapma öksürükte olur. Özür, mükellefe târî olan bir vasıftır ki, kendi hakkında,tahfif sebebidir. Sesin ıslah ve güzelleşmesi için, yahut kendi imamı hatasını anlayıp, doğrultmak için veyahut kendinin namazda bulunduğunu bildirmek için, edilentenahnuh dahi, sahih olan kavle göre özre mebni olan tenahnuh cümlesindendir.

(16) Dürrü Muhtârda, özürsüz olan, yahut sahih bir sebebe mebni olmayan, tenahnuh salâtı müfsiddir, denilerek tekellüfle olmayıp tatab'ından neşet eden, tenahnuh «özre ve savtın talisini gibi bir sebebe dayanan, tenahnuh» sahih garaza, misâl getirilmiştir.

(17) Bahirde mezkûrdur ki, ah ve oh gibi sesler olmaksızın namaz kılmak mümkün olmayan hastaya da namazı kılmak vâcip olur, ve bir gün gece dili tutularak,namazı dilsiz namazı, gibi kılan ve sonra dili açılan kimseye, iâde lâzım olmaz.

(18) Ağlaması yükselmek, işitilmek demektir. Eğer harfleri kendi işitmediyse,namaz bozulmaz. Nitekim, müellif, mesmua, kaydiyle buna işaret etmiştir.

(19) Camiden, haddin fevki maksuddur. Bu kayidde, yalnız savtın, müfsid olmadığına işaret vardır. Hurufun husulü, sûretinde fesad halinden kaçınmak mümkün olmak halidir. Eğer imtina mümkün olmazsa, fesad dahi olmaz. Enin ve teevvühten kendisi men'i mümkün olmayan hasta gibi ki, onun o enini, tek harf hasîl olan, aksırık kabilinden olur.

(20) Gûyaki, (hastayım beni mâzûr görün), yahut (müsabım beni taziye edin)demiş olur. Delâlet, kendine muhalif, sarih olmadıkça, sarîh gibi amel eder. Bunları, açık söylemekle, namaz fâsid olduğu gibi, delâleten söylemiş olmakla dahi,fâsid olur. Yahut bunlarda teessüfün izharı vardır ki, o da nâsın kelâmı cinsindendir.

(21) Bu tarafeyn indinde müfsiddir. İmam Ebû Yûsufça değildir. Hitâb kaydi, şunun içindir ki, aksıran müsâllî, onu kendi için, söylerse, (yerhamuniyellâh) demiş gibi olarak, namazı fâsid olmaz. Zira lillâh, demekle dahi namaz bozulmaz.

(22)Müellifin bu ifadesi, tahsisten sonra tamimdir. Çünkü, (İnnâ lillâh velâilâhe illâllâh) dahi Kur'ândır. Muhaşşi der ki, Kur'ân kaydı, gayrisinin hükmü, evleviyyetle malûm olmak içindir:

Müezzine mukabeleten, musâllî kelimeteyni şehadeteyni, telâffuz etse ve ismullâhı işiterek (celle celâlehü) ve ismi nebiyi işiterek (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem), ve imamın Kur'ânı hatminde (sadakallâhül-azîm), ve hadîsi işitmekle (sadaka rasûlûllah) dese, ve şeytanın ismi geçmekle, ona lanet etse ve- tekbiri cehr etmesi için vâki olan talebe icabeten, tekbiri cehr eylese, namaz fâsid olur.

(23)Dürrü muhtarda bu, ve şu (ve mâ tilke biyemînike yâ mûsâ) âyetle, Yahyâ ve Mûsâ isimlerindeki şahıslara hitap kasdiyle okunmağa misal gösterilmiştir.Şiirlere geçen, bâzı âyetleri inşad kasdiyle okumak ve şiir inşad etmek, namazı müfsiddir.

(24) Bu sûrette fasid olan, muktedînin namazıdır. Velev ki, kendisi abdestlibulunsun. İmam, habersiz olmak cihetiyle namazı tamamdır.

(25) Ayağın, mestin koncuna kadar çıkması dahi, bütünüyle çıkmış gibidir. Nitekim, kitâb-ut-tahârenin meshi bozanlarına bakınız.

(26) Bu meselede, ümminin karie muktedi bulunmuş olması sûretinde ihtilâfolunup, âmme onun dahi salâtının butlanı üzeredir. Lâkin, Zuheyriyye, butlan olmayacağını, tashih etmiştir. Ümmi, okuma bilmeyendir. Mushaf olmadıkça, kıraetekaadir olmayanı dahi, Muhaşşi, ümmi saymıştır. Elli beşinciye bakınız.

(27) Örtü, sâtir: Setri avret edici şeydir. Bu kayd ile, her tarafı necis olan,yahut maliki, onu musallîye, ibaha etmiş olmayan, sâtir hariç kalmıştır. Eğerkendi malı olduğu veya kendisine ibaha olunduğu halde, bir rub'u tahir ise, yahut her tarafı necis ise, musâllîde onu tathir edecek şey mevcut ise namazı onunlakılmak lâzım olur.

(28) Çünkü, namazın bâkîsi kuvvet bulmuş olmakla, zaîfe bina edilemez. Râkiben başlanılan nâfile, nazilen bina ve itmam olunup, nazilen başlanılan, rakibenitmam olunmamak meselesi, buna muhalif görünür. Nevafile bakınız.

(29) Güneş doğmak, şems yuvarlağının tamamiyle görünmek demek değildir.Belki, şems şuaını görmek demektir ki, arada dağ gibi bir hail bulunmasa, şemsin kursu dahi görünecek derecede bulunmaktır. Kazâ kılmakta iken, mekrûh olanüç vakitten birinin girmesi dahi böyledir.

(30) Meseleyi, cuma ile takyid, ikindi vaktinin girmesiyle, öğle namazı bâtılolmadığı içindir. İsna aşeriyeden on birincinin hâmişine bakınız.

(31) Şifa ve iltiyam bulmayan yara sargısının düşmesinden ihtiraz etmek gerektir.

(32) Meselâ, müstahaza kanın seyelâniyle beraber, abdest alıp ikindi namazınadurmuş ve son teşehhüdden evvel kendisinden kan kesilmiş olup, güneşin gurubunadeğin, inkita mümted olsa, namazı fâsid olmuş olur.

(33) Nazardan namazı iptâl etmeyen nazar, maksud olduğu gibi, uykudan dahi, onu iptâl etmeyen uyku maksuddur. Nitekim temkin kaydi, onu nâtıktır.

(34) iktidanın sıhhati şartlarının, birincisinde bu meseleye, işaret olunmuş idi.

(35)Kıyas, muktazası, kadının namazına ve emredin muhazatına itibaren, Şâfiimezhebinde olduğu gibi, erkeğin dahi namazı fâsid olmamaktır.

İstihsanın veçhi: İmam Müslimin hadîsidir ki, Resûlullah sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin, Hazreti Enesin evinde, bir yetim çocuk ile, hazreti Enesi arkalarında, ve ihtiyar bir kadını dahi onların arkalarında bulundurarak, namaz kılmış olduklarını, müşârünileyh imam, tahrîc ve rivayet eylemiştir. Eğer kadının erkeğe, muhazatı, namazı müfsid olmayaydı, o ihtiyar kadını, en arkada yalnızca, durdurmazlardı. Çünkü, saf arkasında yalnız durmak, bizce mekrûhattan ve imam Ahmed mezhebinde, müfsidattandır. Bir de, Hazreti İbni Mes'ûddan rivayet olunan hadîsi şerîfde nisâ taifesinin geri durdurulmaları emrolunmuştur. İmdi, tehîri terkeden erkek, kendi mevkiini terk etmiş olup, imamına tekaddüm eden muktedi ve kelâm ve hadesi amd, misilli, salâta münâfî olanı, mürtekip gibi olarak, salâtı ifsad edici bulunur. Kadının namazı ise, böyle değildir. Çünkü, tehîr emri, onlara değil, erkekleredir. Eğer muhazat anında, erkek ona teehhürü işaret eder de, o teehhür etmezse o halde mevkiini, o terk etmiş olmak cihetiyle, yalnız kadının namazı fasid olur. Bir de, muhazat ettiği erkek, kendi imamı ise, onun namazı fâsid olmakla, muktedîsi bulunan, kadının dahi namazı — tabiatiyle — fâsid olur.

(36) Meğer ki erkek, kadının dahi imamı ola. O halde her ikisinin namazlarını.

(37) Gerçi, tabiati gayri-selîm ve sapık olanlarca, o dahi müşteha olabilir. Velâkin, salâtın fesadı, iştihaya maruz kalmakla muallel değildir. Belki, bu babtafarz olan, makamı terktir.

(38) Namazda bulunmak, müellifin ifadesine göre, namazı imâ ile kılmağa dahişâmildir. Muhaşşinin beyanına göre, şu sûrete dahi şâmildir ki, meselâ, ikindi namazıkılmakta olan, bir erkeğin yanına, bir müştehat gelip öğleyi ve ona iktidayı, niyyet ederek - muhazat üzere - namaza dursa, müştehatın kıldığı namaz, nâfile olarak sahih olmakla, namazda muhazaten iştirâk hasıl, ve namazlar fâsid olmuş olur.Asaleten erkeğin, ve tâbi olarak ta, kadının namazı fâsid olmuştur. Bu mesele için,iktidanın sıhhati şartlarının dördüncüsüne ve hâmişine bakıla.

(39) Onun için o okumaz ve kendi sehvi sebebiyle, sehiv secdesi etmez.

(40) Onun için o okur ve kendi sehvi sebebiyle, sehiv secdesi eder.

(41) Onlar gerçi, namazın hürmetindedirler, lâkin namazın hakikatinde değildirler.

(42) Eserdeki muhire-i rahl ibaresi bir argın olarak tefsir ve tarif olunmuştur.

(43) Cihetin ihtilâfı, ancak Kâbenin içinde olur. Ve bir de çok karanlık gecede,her biri - aranarak - bir cihete müteveccihen namaza durmak takdirinde, düşünülebilir. Bunun için olmalıdır ki, müellif bu şartı, zikr etmemiştir. Muhazat şartları, ona göre baldır ve topuk olmak üzere dokuzdur. Halebîde, tahrîme ve edâ itibariyle olan iştirâk, ayn sayılarak ona iblâğ olunmuştur.

(44) Müsâllî tabiri, imama dahi şâmil ise de, söz muktedi hakkında olmakaşikârdır. Çünkü, imam namazda ilerdedir. Onda tekaddüm matluptur.

(45) Çünkü, farz makamı o terk etmiştir.

(46) Meğer ki, musâlli, onun imamı ola.

(47) Bu muktedi hakkındadır. Çünkü imamın müştehata tekaddümü matluptur.

(48)Müellifin beyanına göre, İmam Muhammed - fiilen - rüknün edâsını şartkılmıştır.

İmam Ebû Yûsuf, rüknü edâ edecek kadar, durmağı kâfi görmüştür. Zeyleî der ki, müştehat gelip, bir safta iftitah tekbirini alsa ve diğer safta rükû ve başka bir saf ta sücud eylese, her saftan, onun sağ ve soluna ve arkasına muvazi bulunan, birer musâllînin namazları fâsid olur.

(49) Müellif der ki, rivayetten anlaşılan, bu hal velev ki, iztirarî olsun: Kadınabdest için kolunu açmağa muztar olmak gibi. Tebyînde misal olarak, erkeğin,hades sebkından sonra, istinca için inkişafı dahi zikr edilmiştir. Muhaşşi der ki: Haniyede, iztirar hali istisna olunup «o kimse, avret yerinin keşfine muztar olursa,bina edebilir ve illâ edemez» denilmiştir. Tenvirde, ve şerhinde dahi böyle kasdolunmuştur. Bina cevazının şartlarından yedincisinin şerhine bakınız.

(50) Bu da, hades sebkı, kıyam halinde vaki olmak sûretinde zahirdir. Amma,rükûdan sonra yahut sücuddan sonra vaki olursa, mezkûr vech zahir olamaz. Meğer ki, (O halde de rüknü edâya şebih olur) diyelim. İbareler mutlaktır. Binanıncevazı şartlarının beş ve altıncısının şerhlerine bakınız.

(51) Şerhi-kebîrde (bina niyyetiyle başını kaldırır ve örtünme kasdi ile kanburlaşarak ve elini yüzüne tutarak, gerileyip, badehû abdest tecdidine gider) diyemezkûrdur. Hiç bir şeyi niyet etmemiş olmak sûretinde namaz, iki rivayetin birine göre fasid olur. Rükûdan tesmî ile başını kaldıran, rüknün edâsı kasdiyleamel etmiş olmakla, bina edemez.

(52) Mezkûr kayidlere nazaran, musâllî kendine yakın olan suyu alacak âletbulunmadığı ve uzaktakinde bulunduğu için, geçerse, namaz fâsid olmaz. Müellif«âmiden» demekle, özürsüz mânâsını kasd etmiştir. Meselâ, su mevkiinin darlığına, yahut oraya vusûlün güçlüğüne veyahut karib olan su unutulduğuna veyahutkuyudan çekmek gerektiğine mebni, onu bırakıp uzağa giderse, namaz fâsid olmaz. İki saftan ziyade uzak kaydine nazaran, iki saflık yer kadar uzağa giderse,namaz yine fâsid olmaz. Su bulunmayan yerde, teyemmüm etmek dahi abdest almak gibidir. Binanın cevazı şartlarından sekizincisinin şerhine bakınız.

(53) Eğer o necaset, kendi libâsından hâsıl değilse, tarafeyn indinde, namazınabina edemez. Fark budur ki, birinci sûretteki tathir, abdeste tebeandır. Bu sûretteki tathir ise, libâs veya bedenini ilk önce yıkamaktır. Eğer, hem hariçteki vehem hadesin sebkinden, kendisine necaset isabet etmiş ise, ikisi aynı mevzide dahiolsa, bina edemez. Binanın cevazı şartlarının ikincisinin şerhine bakınız.

(54) Hadesin gayrisinden, müteneccis olan elbisesini, avreti setr eden, başka birtemiz elbisesi var ise, üzerinden atmak kâfi olur.

(55) Müellif, bu meyanda kovanın deliğini, dikmek olduğunu dahi zikr ve ziyade etmiş ise de, Muhaşşi merhum: «Bahirde mezkûr olan budur ki, o kimse delikkovayı dikerse, namazına bina edemez. Suyu işaretle istemek, yahut mübayaa tarikiyle, iştira eylemek dahi, ona câiz olamaz> demiştir.

(56) İmam Muhammed kavlince, o kimse mescidden çıkmasa dahi, namazı istinaf eyler. Zira, zaten, sabit bir özre mebni olmayarak, namazdan ayrılmıştır.Kıyasın iktizası dahi, budur. Nitekim, elli birinci müfsidde mezkûr olduğu üzere,mesh eden mesih müddetinin sona erdiğini, ve müteyemmim gördüğü serabı su,zannederek veyahut, musâllî üzerinde, necaseti-mania veya salâti-faite bulunduğunu tevehhüm eyleyerek, namazdan ayrılmak namazı müfsid ve binayı mânidir. İstihsan veçhi, zikr olunduğu üzere, ıslah kasdidir ki, o kimse, namazını terk etmek üzere, mevziinden ayrılmamıştır. Tevehhüm ettiği şey, tahakkuk etmek takdirinde, abdesti yenilemek için, mescidden dahi harice çıkarak abdestini alıp, namazına bina eder olduğu gibi, zikr olunan tevehhüm sûretinde dahi, - mescidden huruç ile - mekân muhtelif olmadıkça, kasdi-ıslâh, hakikati-islâha ilhak olunur. Nitekim asîlerin hakkında, tevîli-fâsid, tevîli-sahîha ilhak olunarak, onlar telef ettikleri - can ve mal - tevbeden sonra, kendilerine tazmin ettirilmez. Ve islâm esirlerini, siper olarak kullanan, küffara silâh atılır. Müslimlere isabet eden, zanni-gaip olsa da, küffarı vurmak kasdi, hakikaten onlara atmak hükmünde tutularak, bu atış mübah olur. Nihayede demiştir ki, imam Muhammedin muhalefeti, mescidin kapusu, kıble duvarında olmadığına göredir, tâ ki, çekilip gitme mutahakkak olsun. Amma, mescidin kapusu, kıble duvarında olup ta hades sanarak, yürüyen musâllî mescid dahilinde yüzü kıbleye olarak yürümüş bulunursa, namaz ittifakan fâsid olmaz.

(57) Namazı ifsâd etmeyen şeylere dair olan, gelecek fasıldaki, mescidi-kebîrhakkındaki hamişe bakınız.

(58) Fâite, geçmiş namazdır. Sahibi-tertib olan kimse, öğleyi kılarken sabahıkılmadığını tevehhüm etmek ona, ve üzerinde gördüğü kızıllığı kan sanmak necaseti-mâniaya, misal olur. Müteyemmim gördüğü serabı, su sanmak dahi, bu türlümisallerdendir. Kırk dokuzuncunun evvelindeki, hamişe bakınız.

(59) Hades vukuu zannına mebni, namazdan ayrılmakla, bu zanlara mebni,ayrılmanın arasındaki fark, işte budur. Müellif burada «bizim bu zikr ettiğimizşeyler ile, hadesi-semavi sebkine mebni, namazın binası şartları malûm olup, onları ayn babta, zikr etmeğe hacet kalmadı» demiş ise de, Muhaşşi merhum: Müellifbu hususta, kavme muhalefet etti ve zikr ettiği şeyle, beyanına ihtiyaç olan, namazda hades ahkâmını tayîn ve temin etmiş olmadı, demiştir. Hamdolsun, bu abdiâciz eskilerin âdetine uyarak, bâbı-mahsus akd ile, namazda hades ahkâmını vecevâzı-bina şartlarım ve ihtilâf mesailini tayin eyledi.

(60) O gayr, gerek namazda olsun, gerek olmasın. Bu da, ona talim kasd ettiğindedir. Çünkü, zaruretsiz cevap vâki olunca, nâsın kelâmından olmuş olur. Eğertalim kasd etmeyip te, kıraet kasd etmiş olursa, namaz fâsid olur. Kendisiyle beraber, namazda olmayandan, imamın alıp kıraet etmesiyle dahi, namaz fâsid olur.

İmamın gayriye, tabiri muktedînin muktedîye ve namazda olmayana ve münferiden namazda bulunana ve imamın ve münferidin, hangi şahıs olursa olsun, ona kıraet feth etmesine, şâmildir ki, bunların cümlesi - zaruretsiz - talim ve taallüm demektir.

(61)Muktedî kendisiyle beraber, namazda olmayandan işitip de, imamına fethederse, hepsinin namazı bâtıl olmak lâzım gelir. Çünkü, hariçten telkindir.

Fethi-kıraet, kıraeti açmak demektir ki, okuyan yanıldıkta, yahut tutuldukta, olur. Namazda mahsur kalan imama, kıraeti feth, ona talim demek olduğundan, salâtı müfsid olmak, kıyas muktazası ise de, muktedi kendi imamına, feth ederse, namaz istihsanen fasid olmaz. Hazreti hâcei-âlem, sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem namazda, müminin sûresini, okurlar iken, bir kelime geçmişler imiş. Namazdan sonra: İçinizde Ubey, yok muydu? diye ashabın akrei olan, Hazreti Ubey bin kâabı sormuşlar. Hazreti müşârünileyh: Beli yâ Resûlullah diye orada olduğunu arz ettikte: Bana feth etmeli, değil miydin? buyurmuşlar. Hazreti Uzey, ben o kelimeyi mensuh olmuş sandım, demekle, Efendimiz hazretleri: Eğer mensuh olsa, size bildirirdim, buyurmuşlardır. Hazreti Ali kerremellâhü teâlâ vechehu dahi: «İmam senin fethine muhtaç ise, feth et» buyurmuştur. Müellifin tâlili-âtisi aklîdir.

(62)Çünkü, feth etmemiş olsa, ihtimal ki, imamın lisanından salâtı müfsid olacak bir şey cari olur. Kıraetin fethinde, imamın salâtını islâh olmakla, onun salâtiyle, muktedînin salâtı dahi, sâlih olmuş olur.

(63) Muktedînin, kendi imamına fethi tacil etmesi, ihtimal ki, imam hatırlayabileceğinden, - bu takdirde hacetsiz - bir telkin demek olarak, mekrûh olduğu gibi,imam bâdel-hasr, sükût edip durmak veyahut âyeti tekrarlamak tarikiyle, muktedîyi fetha, mecbur etmek dahi mekruhtur. Ya başka bir âyete geçerse, ona atlamakta namazı ifsâd eder bir şey lâzım gelmez ola. Yahut, başka sûreye intikaleder, veyahut, müstahap miktarında, ve bir kavle göre, farz miktarında, kıraet etmişise, rükûa gider. Aşikâr olan birinci kavidir.

(64) Velev min cihetin, gayri olsun. Meselâ, cemaat namazı, münferiden namazının - bilcümle - gayridir. İmameti nisâyı, yahut vâcip namazı niyyet ederek, tekbir almak dahi böyledir.

(65) Onu tahsil etmek, ve bulunduğu namazdan çıkmak için: Münferid iktidayıve bilâkis muktedi, infiradı niyyet etmekte olduğu gibi. Ve tekbir ile, bir farzdan diğer farza, yahut nefele veya aksine - niyyeı ederek - intikal etmek gibi.

(65a) Tekbir ile takyid, şunun içindir ki, zira yalnız kalbiyle niyyet ederse, namazını kesmiş olmaz.

(66) Geçmiş fâsid olmayınca, onunla namazının âhir olduğu şey üzerine - ki,son rekâttır - kuud etmek lâzım olur. Kendi zannına itimaden, onu - yâni kuudu terk ederse, namazı bâtıl olur.

(67) Malûmdur ki, el kaldırmak sünnettir. İftitahın şartı değildir.

(68) Çünkü, lâfzan niyyet, nâsın kelâmı olduğu için, salâtı müfsiddir. Bunu,diğer namaza, intikal sûretinde, zikre hâcet yoktur. Zira, gayri salâta, intikalinhükmü, talâffuz ve ademi-talâffuz ile ihtilâf etmemek üzere, fesaddır.

(69) Müellifin anlatmak istediği mesele, işte budur. Bundan, mesbuk, müstesnadır.

Nitekim, sabık istidratdaki, mesbuk ahkâmından malûm olmuştur.

(70) Çünkü, ikinciye başlama sahih olmakla, evvelkinden - zaruri olarak - çıkarılmış olmak lâzım gelir. Birinciden çıkışın mütevekkıfı, ona mugayir olan, ikinciye başlamanın sıhhatidir.

(71) Tebyînde, böyle mezkûr ve bir köle alış verişiyle mümessel olup, HalebîAkdin tegayürü semeresi, mülk akar hakkındaki, şef âda zahir olur ki, bey'i evvelde şefi', onu teslim etmişse, ikinci beyide isteyebilir, demiştir.

(72) Meselâ, nâfile kılarken farza, ve bilâkis farz kılarken nâfileye, ve kezâbir farzdan diğer farza (meselâ, cuma kılarken öğleye, ve öğle kılarken cumaya),yahut vâcibe niyyetlenerek, tekbir almakta mugayereti muhakkakaya mebni, evvelkini iptâl etmek olduğu gibi, bir namaz için, münferid iktidayı, veya bilâkis muktedi infiradı, niyyet ederek tekbir almakta dahi, namazlar müttehid iken aralarındaki zahiri mugayerete mebni, evvelkini iptâl ve ifsad vardır. İmameti nisâyıniyyetle, iftitahı tecdid eyleyen dahi, ikinci menvisine şüru etmiş olarak, evvelkisini iptal eylemiş olur. Şu dahi onun gibidir ki, bir kimse cenaze namazı kılmakta iken, başka bir cenaze daha gelmekle, her ikisi, niyyetiyle veyahut ikinci cenazenin niyyetiyle tekbir alsa, ikinci için, istinaf etmiş olur. Mesbuk dahi, geçmişi kazâ esnasında, aynen istinaf ettiği salâtta müsteniftir ki, evvelce başladığını kesmekle, diğer bir namaza şürû etmiş demektir. Zira, mesbuk, evvele «min

cihetin» münferid iken, namaza istînaf azmiyle, tekrar tekbir aldıkta her vecihten münferid olmakla, iki namazı arasında, zahiri mugayeret hâsıl olmuştur. Nitekim, mesbukun münferid sayılmadığı, dört husustan biri bu olmak üzere, İstihlâf babındaki, istitrad da zikrolunmuştur.

(73) Nitekim, tehrîme şartlarının dokuzuncusunda zikrolundu.

(74) Muhaşşinin ifadesine göre, kıraet mutlaktır. Gerek az, gerek çok okusun.Rivayetin zahiri budur. Bir kavle göre. Fatiha sûresi kadar, diğer bir kavle görebir âyet kadar okumadıkça fâsid olmaz. Azhar olan budur. Ve meselede, imam ilemünferidin farkı yoktur. (Hidaye sahibinin, meseleyi imam ile takyid etmesi ittifakidir). Mushaftan maksûd, içinde Kur'ândan bir şey yazılı olandır ki, mihraptan okumağa dahi şâmildir. Müellifin «her ne kadar mushafı hâmil olsa da» kavli, buna, ve bir de bu bapta fesadı mucib, çok iş değil, gayriden telâkki olunduğuna işarettir. Ve bu veçhile fesad, Hazreti imamın mezhebidir. İmameyn ve imam Şâfii hazerâtınca, o kıraet, müfsid değil, mekrûhtur. Namazda iken, koynundaki- mushafı açıp bakmak veyahut elde mushaf bulundurup, rükû ve sücuda vardıkça, onu elden bırakmak ve kıyamda almak ve evrakını çevirip bakmak, çok iş olduğundan, salâtı müfsid olmak, hilâfsızdır.

(75) Ona ümmi itlâki, kıraetsiz salâtının cevazına nazarandır ki, namazda mushaftan kıraet caiz olaydı, onun kıraetsiz salâtı ibaha olunmazdı. Yirmi dokuzuncumüfsidde geçen, hamişe bakınız.

(76) Avretin inkişafından, avret uzvunun dörtte birinin, açılmasına dahi şâmilolan mâna, maksuddur. Ve onda, dört sûret vardır: Çok vakitte çok açılma, muzırdır. Az vakitte az açılma, zararsızdır. Az vakitte çok açılma ile çok vakitte azaçılma dahi gayri muzırdır. Bu sûret, necaset isabetinde dahi cari olup, çok vakitte çok necaset, zararlıdır. Az vakitte az necaset, gayri muzırdır. Az vakitte çoknecaset ile çok vakitte az necaset dahi zararsızdır.

(77) İmamla beraber selâm vermek tâbirini, Tahtâvi merhum, Dürrü Muhtarhaşiyesinde «1â haceten ileyh» diyerek, zaid görmüş ise de İbni Âbidin merhum,mezkûr kayd ile takyid, şunun içindir ki, zira islâmdan ve onun gibi, her münafiisalâttan evvel, fesad zahir olmaz. Çünkü, o halde rüknün terki, tahakkuk etmemişolur, fefhem, demiştir. Selâma münafî, tabiri tesahüldür ki, selâm namaza münafîdeğil, onu menhîdir.

(78) Dürrü Muhtârda ve reddi Muhtârda mezkûrdur ki, namazda bir rüknümeselâ, bir rekâtın bir secdesini, terk edip te, onu kazâ etmeden, selâm vermek,bir şartı - özürsüz - terketmiş olmak kabilinden, salâtı müfsid olduğu gibi, bir rüknü imama müşarik olmayarak, ondan evvel yapmak ve meselâ, imamdan evvel,kendi kendine rükûa varıp kalkmak dahi, ya imam ile beraber veya ondan sonra,o rükû iade olunmazsa, namaz müfsiddir. Gerçi, bundan bir rükün terkolunmamış-tır. Ve lâkin, sûreten ifa olunan rükün, müsabakatin vukuna mebni, muteber olmamıştır. Eğer imam ile beraber, veya imamdan sonra, yine rükû ederse, veyahut evvelce vardığı rükûda, imam gelip kendisine yetişirse, namazı sahih, fakatmekrûh olur.

(79) İmamın selâmına intizar etmek, mesbuk için namazın sünnetlerindendir.

(80) Bu kayd, imamda o miktar kuud hâsıl olmazdan evvel, mesbukun kıyamıcâiz olmadığı içindir. Çünkü, o halde imamın üzerinde, henüz, bir farz bâkidir ki,mesbuk onda münferid olamaz. Eğer, infirad ederse, namaz fesada gider.

(81) Bu kayd şunun içindir ki, şayet secdeye varmadan, imam hatırladığı, sehiv secdesine giderse, mesbuk dahi, ona uymak lâzım gelip, oraya kadar olanmüddeası kalkar. Mütabeat etmeyip te, kendi namazına devam ederse, o da sahihtir. Çünkü, mütabeati mezkûre, bir vâcipte mütabeat demek olduğu için, vâciptir. Vâcibi terk ise, namazı ifsad etmez. Geçmişi kazâdan fariğ olduktan sonra,sehiv için, istihsanen secde eyler.

(82) Selâmdan sonra, kıbleden dönmek veya söz söylemek gibi, salâta münafibir hal olmadıkça, sehiv secdesini, sonradan icraya bir mâni yoktur.

(83) Secdei sulbiye: Namazın aslına ait secdedir ki, namazın secdesi demektir.

(84) Secdei tilâvet: Tilâvetten münbais olan secdedir ki, namazda secde âyetiokunup ta, secdesi iskat olunmadığı ve unutulduğu sûrette, erkânın sonunda dahi,hatırlansa ifâ ve bâdehû, son kadede iâde olunur.

(85) Yirmi beşinci farza bakınız. Tilâvet secdesi dahi, kıraet eseri olduğu için,ona da kıraet hükmü verilir. Esah olan budur. Alâ kavlin, tilâvet secdesi, son kadeyi ilga edemez. Çünkü, vâciptir. Son kade ise, farzdır.

(86) İmam ve onu müdrik olanlar, binayı muhtaç olmadıklarından, fesadın semeresi ancak, mesbukta zahirdir. Muhaşşi der ki, imameyn indinde, imamın son kadeden sonraki kahkahası ile salâtı fâsid olmadığı için, mesbukun salâtı dahi fâsidolmaz. Müellifin meseleyi, son kade ile takyidi, kadei ahîreden evvel olan, hadesiamdin-bilittifak namazı müfsid olmasındandır. Mesbukun namazı, indel-imam,fesadı dahi, kendinin infiradı teekküd etmemiş olmakla mukayyeddir. Eğer, mesbuk vâcibi terkederek, imamın selâmından evvel, geçmişi kazâya kıyam edip, birrekât kazâ ve onu secde ile takyid ettikten sonra, imamın onu (yâni kahkaha vehadesi-amdi) illerse, mesbukun namazı fâsid olmaz. Zira imamdan ayrılmış veinfiradı müstahkem olmuştur. Mesbukun, imamın selâmına intizarı, sünnet iken,Muhaşşinin vâcibi terk demesi, mesbuka vâcip olan, kuudu itmama aittir. Vâcibinterki ise, namazı müfsid değildir.

(87) Onuncu ve on üçüncü müfsidin zımnında, bir kaç müfsid daha mezkûr olduğu gibi, Dürrü Muhtârda, nisâ safında, yahut imamın önünde bulunmak ve (umumdan sonra hususun zikri) kabilinden olarak, necis üzerine secde etmek hususları dahi, zikr ve tadâd olunmuştur. Necaseti-mânia ile rükün edâsı, elli altıncıda mezkûrdur. Bunun için, farzların beşincisine bakınız. Muhaşşi merhum, müfsidattan, şunlar kaldı: (Kalben irtidad, abdest ve guslü mucip olan her şey, rüknü kazâsız ve şartı özürsüz terketmek) demiş ise de, bunlardan bazıları, 40, 41, 42, 58 de zikrolunmuştur.

   
© incemeseleler.com