Zikirle ve huzuruna durmak suretiyle, Allah'a yönelmeyi terk etmektir. Bu husustaki esas, kâmil surette bir uyanıklıktır. Bir şahıs, gaflete düştüğü vakit hayat damarı kopar ve —bu sebeble— namazı geçirir. Bu, zikirde gafil olan zümreye nisbet olunmuştur.
Salât-ı dâimede olanlara gelince, ölüm onların zahiri varlıklarına arız olur. Yoksa iç âlemine gelmez. Bu kimseler, ölümle bir haneden diğer bir eve nakü yaparlar. Eserlerde bahsi geçen ve akla gelen de budur.
Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyuruyor ki: كَمْ مِنْ قاَئِمٍ حَظُّهُ مِنْ صَلاَتِهِ اَلتَّعْبُ وَالنَّصَبُ
«Namaz için ne kadar ayakta duran vardır ki namazdan nasibi zahmet ve yorgunluktur.» (27)
Bu hadîs-i şerif de ancak gafil kimse kasd olunmuştur.
Yine bir hadîs-i şerifte buyrulmaktadır ki :
لَيْسَ لِلْعَبْدِ مِنْ صَلاَتِهِ اَلاَّ مَا عَقَلَ مِنْهَا
«Kulun namazdan (kazandığı ecir) ancak aklı ererek kıldığıdır.» (28)
Namaz kılana yaraşan, bilginin söze ve işe yaklaşması (bildiği ile âmil olması) dır. Huşu, huzur ve namazın hayatı ancak bu şekilde hasıl olur.
(27) İhyâu Ulumi'd - Dîn, c. h s. 116.
(28) îhyâu Ulumi'd-Dîn, c I. s- U8-