Meali: O gün, ne mal fayda verir ne evlat. Ancak (kalb
afetlerinden) temiz bir kalb ile
gelenler (kurtuluşa erer.) (Şuara-88-89
)
Kalb hastalıklarının yedicisi kibirdir. Kibir, kalb
hastalıklarının en büyüklerindendir.
Kibir; Kibirlenen kişinin kendisini, kemal sıfatlarda,
kibirlenilenden üstün görmesinden ibarettir.
Kibirlenen kişinin kalbinde kibir sebebiyle bir
ferah ve neşe meydana gelir.
Kibirde (mütekebberün aleyh) kibirlenilen vardır.
Ancak “Ucub” de bu yoktur.
Ucub; kişinin
kendi şahsı ve ameli ile ferah duymasıdır.
Kibir haramdır ve kullardan olduğu takdirde büyük
bir alçaklıktır. Mabud’dan (Allah’tan) olduğunda ise böyle değildir. Çünkü
kulun kibirlenmesi yaratanını unuttuğunun ve hakir bir sudan yaratıldığının
gafletinin bir delilidir.
Abidler, zahidler ve alimlerin az bir kısmı bu
hastalıktan kurtulabilir. İnsanların avamının bir çoğu bu bela ile müptela
olur.
KİBİRİN AFETLERİ
Kibirin afetleri nasıl büyük kabul edilmez ki?
Hal bu ki peygamberimiz Aleyhisselâm şöyle
buyurmuştur:
“Kalbinde zerre ağırlığı kibir bulunan kimse
cennete giremez.” (Ramuz
Cilt:2 Sayfa: 486/2)
KİMLERE KARŞI KİBİRLENMEK HARAM DEĞİLDİR ?
Tarikatı Muhammediyye’de şöyle zikredildi:
Kibir, afetlerin büyüğü ve belaların bir çoğunun
kaynağı olması sebebiyle her müslümana haramdır.
Ancak insanlardan şu kimselere karşı kibirlenmek
haram değildir:
1-Mütekebbir (kibirlenen) kimseye karşı kibirlenmek
haram değildir.
Kibirlenen kimseye karşı tevazu göstermek de caiz
değildir.
Onun içindir ki şöyle denilmiştir: Bir kimse sebepsiz yere sana kızdığı zaman
onunla sulh etmeye, barışmaya sen başlama. Çünkü o zaman sen, kendi nefsini mahallinin dışında zelil etmiş
olursun.
Nitekim; “Mütekebbire karşı kibirlenmek
sadakadır” buyurulmuştur. (1) Çünkü ona tevazu gösterdiğin zaman o, sapıklığına
devam eder, kibirlendiğin zaman ise uyanır.
Ebu Hanife Rahmetüllahi Aleyh’den nakledildi:
Nefsine karşı zalimlerin en zalimi, kendisine
iltifat etmeyen kimseye tevazu gösteren kimsedir.
2-Kafirlere karşı savaş esnasında kibirlenmek haram
değildir. Bu kibirlenme, onların şevkini kırmak ve kalblerine korku salmak
içindir. Kafirlere karı Ashabı Kiramın hali böyle idi.
Allâh’ü Teâlâ: “Muhammed (Aleyhisselâm)
Allah’ın peygamberidir. Onun beraberinde bulunanlar (Ashab-ı Kiram) kafirlere
karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler” buyurmuştur.
(Fetih-29)
3-Sadaka vermek esnasında kibirlenmek haram
değildir.
Bu, kardeşine verdiği şeyin kadri kıymetinin
olmadığını izhar içindir.
Denildi ki:
Kim izzet ve şeref isterse Hazreti Ali Radıyallâhü
Anh gibi olsun. Bin dirhemi tebessüm ederek hibe ederdi.
Bu sayılan yerlerde kibirlenmek caizdir.
KİBİRİN KISIMLARI
1-İlâhlık iddiası ile kibirlenmek:
Kibirin fuhuş bakımından en şiddetlisi, ilâhlık
iddia eden Nemrut ve Firavun gibi Aziz ve Celil olan Allah’a karşı
kibirlenmektir. (2)
Nemrut’un nefsi, kendisini “semanın Rabbi ile
mücadele” etmeye azmettirmiş, O da ilâhlık iddia etmiştir.
Firavun ise “Ben sizin en yüce Rabbinizim”
demek suretiyle Rab’lik iddia etmiştir.
2-Allah Rasülüne Karşı Kibirlenmek:
Bazı kafirler gibi ki onlar istihza ile şöyle
demişlerdir.
“Bu mudur Allah’ın Rasül olarak gönderdiği kimse?
3-Enbiyanın dışındaki insanlara karşı kibirlenmek:
Kendisine karşı kibir izhar edilen kimseler
enbiyadan başka sair halk da olabilir. İşte bu kibir, halkın ekserisinin
müptela olduğu bir kibirdir.
KİBİRİN AFETLERİ
Kibirin Afetleri çoktur.
Muhtaç, aciz ve zayıf olan, hiçbir şeye gücü
yetmeyen kulun Kadir, Azim, mülk ve melekütün sahibi, İzzet, Kibriya ve ceberut
sahibi Rabbi ile mücadele etmek bu afetlerin en başta gelenidir. (3)
Kibirin kötülüğü ve çirkinliği hakkında şu Hadisi
Kudside ifade edilen ibret sana yeter.
Allâh’ü Teâlâ Hadisi Kudside şöyle
buyurur.
Kibriya (büyüklük) benim ridâmdır. (bana mahsus bir
elbise gibidir. Yani büyüklük ancak bana layıktır.) Azamet (celal) benim
izârımdır. Bu ikisinden biri hakkında benimle nizâ eden kimseyi ateşe atarım.
KİBİRİN SEBEPLERİ
Kibrin sebepleri yedidir.
1- İlim
2- İbadet
3- Nesep
4- Cemal (Güzellik)
5- Kuvvet
6- Mal
8- Etbâ (Çocuklar, akrabalar ve kendisine tabi
olanlar)
1-İLİM
Kibirin sebeplerinin birincisi menfaat vermeyen
zahiri ilimdir.
İlim, kibirin sebeplerinin en büyüğü, tedavi
bakımından da en zor ve en güç olanıdır. Çünkü haddi-ı zatında ilmin kıymeti, Allah katında ve
insanların nazarında çok büyüktür. O halde, ilim sahibi, kendisini başkasından
daha yüksek ve daha şerefli görür ve başkasına aşağı gözüyle bakar. İşte bu
ilim, ilimden ziyade “cehalet” diye isimlendirilmeye daha çok layıktır.
Menfaat veren hakiki ilim; kendisi sebebiyle insanın
nefsini ve Rabbini bildiği, anladığı ilimdir. Bu ilim ile kişinin korkusu,
tevazuu ve huşuu artar, kişi bütün insanları kendisinden üstün görür.
İlim şerefli, kıymeti de büyük olduğuna göre, onun
meydana getirdiği hastalığın ilacı da daha zordur. Çünkü ilim öğrenmeyi terk
etmek suretiyle sebebi aslından sökmek, ayırmak da caiz değildir.
İlim sebebi ile olan kibirin ilacı:
a) İlmin üstünlük ve şerefinin salih niyet, Allah’a
yakınlık ve nefsinden cehaleti gidermek maksadı ile beraber olduğunu bilmek.
b) Bir takım vazifeler, müderrislikler, makam ve mevkileri
elde etmek, dünyalık kazanmak maksadı ile olmamak.
c) İnsanlardan bir menfaat beklentisi olmaksızın
öğrendiği ilim ile amel etmek, onu sırf Allah rızası için öğretip neşretmek
niyeti üzere olmak. (4)
Eğer ilim öğrenmekten maksat yukarıda zikredilenler
olmazsa, hüküm tersine döner. Bu durumda o kişi mertebe bakımından cahilden daha aşağı ve azap
bakımından da daha şiddetli olur.
Hadisi Şerif:
“Kim Allah’tan başkası için, Allah’tan başkasını
kast ederek bir ilim öğrenirse Cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Ramuz
Cilt: 2 Sayfa: 413/6), Feyzül Kadir Cilt 5 Sayfa: 133/8601)
Yani makam, mal, itibar, idareciler yanında mevki ve
mertebe gibi düşünce ile ilim öğrenirse o halde orada, cehennemde bir yer
ittihaz edinsin, çünkü orası onun yurdudur ve karar yeridir.
Haberde geldi ki:
İlmi, dünya kazancı ve dünyada yükselme amacı ile
öğrenen, yakuttan bir kaşık ile pisliği yukarı kaldıran kime gibidir.
(Vesilenin şerefine bak, kendisine gitmek için tevessül edilen şeyin
adiliğine bak....!)
Müslimin rivayet ettiği başka bir Hadisi Şerifte
Efendimiz Aleyhisselâm şöyle buyurdular:
“Mirac gecesi bir kavme rastladım, dudakları ateşten
bir makasla kırpılıyor. “Kimdir bunlar Ya Cebrail” dedim. “Ümmetinden
(yapmadıklarını söyleyen) hatipler (vaizler)dir dedi.”
(Ramuz Cilt-2 Sayfa- 392/13)
Hakimin Müstedrik’inde Aleyhissalatü Vesselam
Efendimizden rivayet ettiği bir hadisi şerifte Efendimiz şöyle buyurdular:
“Kıyamet gününde azab bakımından en şiddetli
olan, bir nebiyi katleden yada bir nebinin katlettiği, musavvirler ve ilminden
faydalanılmayan alimlerdir.” (5)
Kendisiden faydalanılmayan ilimden Allah’a sığınır
ve ondan faydalı ilim isteriz.
c) Kullara karşı kibirlenmenin haram olduğunu, bu
vasfın sadece Allâh’ü Teâlâ’ya mahsus olduğunu bilmek.
1- İBADET VE VERA
Kibir için yedi sebepten ikincisi ibadet ve vera1dır. Çünkü vera sahibi bir abid bazen
fasıka karşı kibirlenebilir. Hatta nafilelerle amel etmek ve şüpheli şeylerden
kaçınmak gibi hususlarda kendisi gibi amel ve hareket etmeyen kimselere karşı
kibirlenir. İşte bu kibir şekli de ilim ile kibir gibi cehaletten meydana
gelir. Sen, kendi aralarında son derece merhametli ve mütevazı olan Sahâbeden
daha alim ve daha abid olabilir misin? (6)
İLACI
a) Gerçekten ibadetle kibir, ancak onun kabulü
durumunda düşünülebilir. Onun kabulü ise ancak, ibadetin şartlarına,
rükunlarına riayet edilmesi, mükemmel vasıflarıyla birlikte yerine getirilmesi
ile mümkün olur. Bu şekilde eda ise aşırı zorluğundan ve manialarının
çokluğundan dolayı kabul edildiği malum değildir. Öyle ise, ibadet ile
kibirlenmek düşünülemez.
b) Kibirin Allâh’ü Teâlâ ’ya mahsus bir sıfat olduğunu, Allah’a mahsus olan sıfatın kula
haram olduğunu bilmek. Kulun kalbinde bu marifet layık-ı vech üzere hasıl
olduğu zaman kibirden kaçmak için bu bilgi kafi gelir.
2- NESEP
Kibirin üçüncü sebebi neseptir. Bu da ataları
cihetinden şeref ve asalettir ki insanın
ecdadında ve kendisinde gördüğü iftihar
edilecek meziyetleri saymasıdır.
Bu kibir cinsi de diğerleri gibi cehaletten doğar. Nesep ve hasep ile kibir, insanın,
başkalarına ait olan üstünlüklerle iftihar etmesi ve şeref duymasıdır.
Adem Aleyhisselâm’ın oğlu Kabil’e, Nuh
Aleyhisselâm’ın oğlu Kenan’a bak. (7) Peygamber
evladı olmalarına rağmen bu nesep
kendilerine bir fayda sağladı mı?
Sonra ey İnsan! Sen hakiki nesebine bak. İnsanın
asli unsuru, yakın babası pis bir nutfedir. Şayet onunla bir elbise pislense
mutlaka onun yıkanması icab eder.
Ayrıca ceddin Adem Aleyhisselâm’ın yaratıldığı madde zelil bir topraktır. Ayaklar altında çiğnenir. Binaen aleyh ey
insan, sana nesep ile kibirlenmek nasıl layık olur, nasıl yakışır?
3- GÜZELLİK
Kibir sebeplerinden dördüncüsü cemal (güzellik) tir.
Bu ise daha çok kadınlarda geçerli olan bir davranıştır. Bununla beraber
kalbleri cezb etmesi hasebiyle güzel erkeklerde de geçerli olabilir.
Kadınlar, akıllarının noksanlığından dolayı
güzellikleri ile iftihar eder ve eşlerine karşı kibirlenirler. Halbuki güzellik
de fanidir. Elden gidişi, yok oluşu çok süratlidir. Bununla kibirlenmek de
cehaletten ve olgunsuzluktan kaynaklanır.
Hayvanlar ve ahmakların bakışı gibi sadece vücudunun
dış görünüşüne bakma. Bilakis akıllı kimselerin bakışı gibi içi imar edilmiş
midir yoksa edilmemiş midir, ona bak..
Senin evvelin atılmış bir su (nutfe), ahirin de
murdar bir cifedir. Ve sen, doğumla ölüm arasında pislik, mesanende sidik,
burnunda sümük, ağzında tükürük, kulaklarında kir, damarlarında kan, cildin altında irin ve koltuğunun
altında pis kokunun hamalısın. Bu pislikleri vücudunda taşıyorsun.
Ve sen günde birkaç defa helada elinle pisliğini
yıkıyorsun.
Bazen de Hazreti Allah sana hastalıkları musallat
kılar. Sonra sen, ölümünden sonra cifeden daha murdar bir hale gelirsin. (8)
İnsan oğlu alçaklık bakımından mezbeleden daha şiddetlidir. O halde, mezbelelikler
içinde olan birinin cemaliyle
(güzelliğiyle) iftihar etmesi nasıl doğru olur? Aksine şu sayılanların hepsi
kibrin, kendini beğenmenin değil, tevazuun, alçak gönüllülüğün ve hayanın
sebebidirler.
4- BEDENİ KUVVET
Kibirin sebeplerinden beşincisi; bedeni kuvvet ve
şiddetle tutup kavrama kuvvetidir. Yine bunlarla kibirlenmek de cehalettendir. Zira eşek, sığır, deve, fil,
bunların hepsi insandan daha kuvvetlidir. Hayvanların seni geçtiği bir vasıfta
nasıl iftihar eder, kibirlenirsin?
Sonra o kuvvetler bir günün veya o kadar bir zamanın
sıtmasıyla, hastalıkla zail olur, gider. Bir müddet yerine gelmez. Hatta, şayet
elindeki bir damar ağrısa elbette insanların en acizi haline gelirsin. Şayet
burnuna bir sivrisinek girse veya kulağına bir arı girse elbette seni katleder.
Nemrut’ta olduğu gibi. Şayet ayağına bir diken batsa, elbette seni aciz
bırakır.
O halde, işte bu gibi sıkıntıları defetmeye gücü
yetmeyen bir kimseye kuvvet ve şecaatiyle iftihar etmek nasıl yaraşır? (9)
5- DÜNYA MALI
Kibirin sebeplerinden altıncısı mal ve dünya metaı
ile lezzetlenmek (övünmek, haz duymak) tır.
6- ÇOCUKLAR VE AKRABALAR
Kibrin sebeplerinden sonuncusu da etba’dır. Bunlar da oğullar, akrabalar,
köleler,cariyeler ve talebelerdir.
İşte bu iki sebep kibir sebeplerinin çeşitlerinin en
çirkinidir. Çünkü bu nevi kibir, insanın zatında ve elinde olmayan ve belki de
emanet olan bir şeyle kibirlenmedir. Ki bunun zevali, elden gitmesi çok daha
çabuktur.
Ayrıca bu mevzuda (mal ve etba) Yahudi ve
Hıristiyanlar da müşterektir. Hatta onlar dünya ehlidir, malı ve imkanı daha da
çoktur.
Mahlukatın en rezili olan Yahudilerin seni geçtiği
bir şerefe yuh olsun. Ve yine hırsızın bir anda alabileceği ve senin zelil ve
müflis olarak kalabileceğin bir şerefe de yuh olsun.
Zikredilen bu sebeplerle kibirlenmek cahillik ve ahmaklıktır.
KİBiRİN ALAMETLERİ VE MÜTEKEBBİRİN AHLAKI
1- Bir meclise geldiği zaman insanların kendisi için
ayağa kalkmalarını veya, insanların kendisi önünde ayakta durmalarını sevmek.
Bu zalimlerin de adetidir.
Hazreti Ali Radıyallâhü Anh’dan şöyle rivayet
edildi:
Kim cehennem
ehli bir kişiye bakmak isterse, kendisi oturduğu halde önünde topluluğun ayakta
durdukları bir adama baksın.
2- Evinin dışında ve çarşıda yalnız yürümeyip,
ardında yürüyen başka kimselerle birlikte yürümesi.
3- Başkasını, bahusus emsali (dengi) olanları
ziyaret etmemek. Her ne kadar onun ziyaretinde bir takım hayır ve menfaat
bulunsa bile.
4- Başkasının kendisine yakın oturmasından kaçınmak.
Menzilesinin, sosyal mevkiinin onunla müsavi olduğunu vehmetmekten kaçınmak
için böyle yapmak.
5- Hastalarla, illetli, özürlü olanlarla birlikte
oturmaktan sakınmak ve onlardan uzaklaşmak.
6-Evinde kendi eliyle bir şeyle meşgul olmamak, evi
ile ilgilenmemek. (10)
7- Eşyasını evine kendisi taşımamak. (Bunu zül kabul
etmek.)
Kibir alametlerinden olan bu davranışları yok eden,
temizleyen şeyleri bizzat peygamberimiz yapardı.
Hazreti Ali Kerremallahü veche şöyle buyurdu:
Kişinin ailesi için herhangi bir eşyayı taşıması
olgunluğundan bir şey eksiltmez.
8- Değersiz ve ucuz elbise giymekten kaçınmak.
Rasülüllah Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadisi
şeriflerinde:
“Eskimiş, değersiz kıyafet imandandır.” buyurdu.
Emir-ül Müminin Hazreti Ömer Radıyallâhü Anh’dan
rivayet edildi:
Hazreti Ömer elinde süt olduğu halde çarşıya
çıkmıştı. Üzerindeki elbisede on dört yama bulunuyordu. Hatta yamalardan
bazısı da deriden idi.
Veysel Karani (Rahimehüllah) çöplüklerden bez
parçalarını toplar, onları yıkar, birbirine ekler, diker ve giyerdi.
9- Fakirin davetine icabet etmekten kaçınmak,
zenginin davetindense kaçınmamak.
Sabırlı fakirler zenginlerden daha faziletli
olmuşlardır. Yine onların yemeklerinde bulunmakta bereket ve gönüllerini almak
vardır.
İbni Abbas’dan: Kişinin mümin kardeşinin artığını içmesi
onun tevazuundandır.
10- Akrabalarının, (ehli ve evladından olan)
refiklerinin çarşıdaki ihtiyaçlarını karşılamaktan kaçınmak. Hususiyle sabun,
kına, ciğer ve tarak gibi basit ve
değersiz eşyayı almaktan kaçınmak.
11- Yürümek ve oturmakta akranının kendisinden öne
geçmesi ona ağır gelmek.
12- Akranı ile tartışırken (gerçek, arkadaşından
geldiği zaman) insanlar onun daha alim olduğunu zan etmesinler diye o (gerçeği)
kabul etmemek.
Netice olarak; sayılanların hepsi kibir alametidir.
Akıllıya yakışan bunlardan kaçınmak, sürekli tevazu ve meskenet hali üzere bulunmaktır. Ta ki
onun kalbinde Rabbani ilimlerin ve ilâhi marifetlerin çeşitleri meydana gelir.
Toprak gibi ki, ayaklar altında tevazuundan ötürü meyveleri ve sair gıda maddesi çeşitlerini, enva-i
çeşit madenleri, ağaçları, nehirleri Hazreti Allah hep onun içinde barındırmış
ve oradan çıkarmaktadır.
DUA:
Allahım, bana miskin hayatı ver, miskin olarak öldür ve miskinler zümresinde haşr et.
Allahım, yalvarış ve yakarışlarımıza karşı
rahmetinle muamele et. Korktuklarımızdan emin kıl. İbadetlerimizi kabul eyle.
Halimizi salih kıl, düzelt. Bizi kendine itaatla meşgul eyle. Sevgimizi hayırlara yönelt. Arzularımızı fazlasıyla
gerçekleştir. Ecellerimizi saadetle mühürle, sona erdir.
İşte zelil halimiz huzurunda, meydanda. Halimiz sana
gizli değil. Sen emrettin, biz terk ettik. Sen nehyettin biz işledik. Bizi
ancak senin affın kucaklar.Ey hayırlar umulan ve iyilikler beklenen rabbimiz,
bizi afvet. Muhakkak sen ziyadesiyle afvedici, mağfiret edici ve merhamet
edicisin.
Allahım, bize hidayetinle hidayet et. Takva ile
temizle. Dünya ve ahirette mağfiretinle muamele eyle.
Emir-ül müminine yardım et. Münafıkların kalblerini
onun heybetiyle doldur. Müslüman askerlerinin zaferi ile Din-i İslam sancağını
yücelt. Huccaca ve burada hazır bulunan cemaate selamet ihsan eyle. Amin...
KİBİR -II
Ebu Hüreyre Radıyallâhü Anh’dan:
Nebi Sallallahü Aleyhi ve Sellem buyurdular:
“Allâh’ü Teâlâ’nın (kafile ve topluluk halinde)
gezici melekleri vardır. Yeryüzünde gezerler, zikir ehlini (ve Rasülüllah Aleyhisselâma salavat okuyanları) ararlar.
Zikir halkalarına uğradıkları zaman birbirlerine “oturun” derler ve otururlar . Halkadaki
insanlar dua ettiği zaman onların dualarına “amin” derler. Nebi (Aleyhisselâm)
üzerine salavat getirdikleri zaman onlarla birlikte salavat okurlar. Ta ki
halkadakiler dağılıncaya kadar onlarla (manen) beraber olurlar. Sonra da
birbirlerine şöyle derler:
-Tuba şu kimseler için olsun. Günahları afvolumuş
bir halde evlerine dönerler.”
Hadisi Şerifteki Tuba ile murat; manevi derece,
rahmet, saadet veya cennette bir ağaçtır.
Zikir ve ilim meclislerinden nefret edip uzaklaşan,
rahmet ve mağfiret meclisinden nefret etmiş ve uzaklaşmış olur. (Sinaniye)
Salavatı Şerife:
Allâh’ümme salli alâ seyyidinê Muhammedin
in-nûrizzâtî ves sırrı-s-sârî
Serrehû fî cemî-il esmâi ves sıfâtı ve alâ âlihî ve
sahibihî ve sellim.
Her hangi bir ihtiyacın yerine gelmesi için yüz defa
okunur.
(2)
Kibirin birinci kısmı Aziz ve Celil olan Allah’a
karşı kibirlenmektir.
Beytullah’ı tavaf ve Ravza-i Mutahhara’yı ziyaret
ederken kibirlenmek de bu kabildendir.
HİKAYE
KİBİRLENDİ, ALÇALDI
Bir zat anlatıyor:
Tavafta bir adam gördüm; önünde hizmetçileri vardı.
Etrafından insanları
uzaklaştırıyorlardı. Bir zaman sonra aynı adamı Bağdat köprüsü üzerinde insanlara
avuç açmış, dilenirken gördüm. Tavafta gördüğüm kişi olup olmadığını anlamak
için gözümü dikerek bir daha baktım. Bana;
“-Neden uzun uzun bana bakıyorsun?” dedi Ben de;
“-Seni tavafta etrafında hizmetçileriyle şu şekilde
tavaf eden birine benzettim,” dedim. Dedi ki:
“-Evet, ben o kişiyim. İnsanların tevazu ettiği
yerde kibirlendim. Allah da insanların yükseldiği bir yerde beni alçalttı, bu
hale koydu.” (Esma-ül Hüsna Şerhi)
(1)
Beyit:
Tevazu edene hâk-i kademden belki ednâyım
Tekebbür edenin fevkinde güya ki semayım ben.
Rivayet:
Hızır Aleyhisselâm Hazreti Ali’ye şöyle dedi.
“-Allah’ın rızasını talep için fakirlere tevazu gösteren zengine müjdeler olsun.”
Hazreti Ali Radıyallâhü Anh da şöyle buyurdu:
-“Allah’a tevekkül ile zengine karşı kibirlenen fakire müjdeler olsun.”
Talim-ül Müteallim isimli eserde şöyle denilmiştir:
İlim ehline yakışan, ilimden başka, arzulanmayacak
şeyleri arzu etmek suretiyle kendini küçültmemektir. Zira kendi nefsine karşı
insanların en zalim olanı, ikram etmeyene tevazu gösterendir.
Haberde geldi ki:
Kim başkasının malına tamah ederse malından bereket
gider. Kim, bir zengine (zenginliğinden dolayı) tevazu gösterirse dininin üçte
ikisi gider. Kim de bir fasıkı methederse, yüzünün hayası gider.
Allahım! Bizi kanaatle rızıklandır.
(3)
HİKAYE
MÜTEKEBBİRE AYRI, MÜTEVAZİYE AYRI MUAMELE
Vehb bin Münebbih’den nakledilmiştir ve İhya’da
mezkürdür.
Büyüklenen ve kibrinden dolayı insanlara bakmayan
bir sultan vardı. Birtakım hizmetçileri ile bitlikte mağrur bir eda ile
yürürken eski elbiseler giymiş bir adam kendisine selam verdi. Fakat Sultan bu selamı almadı. Adam onun atının
yularını tuttu. Mani olup uzaklaştırmak istediyse de muvaffak olamadı. Adam
Sultana dedi ki:
-“Sana kısa bir sözüm var.” Sultan:
-“Atımdan ininceye kadar sabret,” dedi. Adam;
-“Hayır, hemen söylemem lazım,” diye
sıkıştırdı. Sultan:
-“Peki, şöyle bakalım, ne diyeceksin?” deyince Adam:
-“Söyleyeceğim şey gizlidir,” dedi. Sultan kulağını
ona eğdi:
-“Ben ölüm meleğiyim,” dedi. Bunu duyan Sultanın
rengi değişti. Ne söyleyeceğini şaşırdı.
-“Beni bırak, biraz izin ver de ehlim ve evladımın
yanına gideyim. İhtiyaçlarını göreyim ve onları (birilerine) emanet edeyim,”
dedi. Bunun üzerine Azrail:
-“Hayır, vallahi sana izin yok, ehlini ve evladını
katiyen göremeyeceksin, vakit geldi,” dedi ve ruhunu aldı.
Daha sora Azrail yoluna devam etti ve yolda mümin
bir kulla karşılaştı. Selam verdi, o da selamını aldı. Mümine:
-“Seninle görülecek biraz işim var,” dedi ve
kulağına eğilerek gizlice:
-“Ben
ölüm meleğiyim,” dedi. Mümin bunu duyunca;
-“Hoş geldin ayrılığı bana uzun olan kişi. Allah’a
yemin olsun ki dünyadaki kayıpların içinde karşılaşmayı çok arzu ettiğim senden
başka ikinci birisi yoktur,” dedi. Azrail:
-“Nasıl istersen canını o hal üzere alayım” dedi.
Adam:
-“Bu mümkün mü?” diye sordu. Azrail:
-“Evet, bunu yapmakla emr olundum,” cevabını verdi.
Adam:
-“Öyle ise izin ver de abdest alayım, iki rekat
namaz kılayım. Secdede bulunduğun sırada canımı al,” dedi. Azrail de canını o
şekilde aldı. (Hâdimi)
İşte böyle, muhabbet ehli ayrılığa sabırları
olmadığı ve visale (kavuşmaya) iştiyakından dolayı ölümü temenni ederler.
Hazreti Enes Radıyallâhü Anh’dan:
Rasülüllah Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurdular:
“Muhakkak, Cehennemde tabutlar vardır ki oraya
kibirlenenler konulur ve üzerlerine kilit vurulur. (Yani orada şiddetli bir
azaba düçar olurlar.)”
Ebu Hüreyre Radıyallâhü Anh Nebi Aleyhisselâm’dan
rivayet etti. Efendimiz şöyle buyurdular:
“Üç kimse vardır ki Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, (rahmet nazarıyla)
bakmaz ve onlar için acıklı bir azap vardır. Bunlar, zina eden ihtiyar, yalancı
hükümdar ve kibirlenen fakirdir.”
Amr bin Şuayb’dan rivayet edildi.
Rasülüllah (Aleyhisselâm) Efendimiz buyurmuştur ki:
“Mütekebbirler kıyamet gününde (zül ve alçaklıkta)
küçük karınca gibi adamlar suretndle haşr olunur. (Onları her bir taraftan
zillet kuşatır.) Onlar cehennemde bir hapishaneye sevk edilirler.”
Yine Rasülüllah Aleyhisselâm buyurdular ki :
“Kalbinde zerre ağırlığında kibir olan kimse cennete
giremez.”
Bunun üzerine bir adam şöyle dedi:
-“İnsan elbisenin ve ayakkabısının güzel olmasını
ister.” O da buyurdu ki:
“Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir hakkın reddi,
kabul edilmemesi ve insanların hakir görülmesidir.”
Halbuki bizler, Allah’ın yarattıklarına şefkat ve
merhamet nazarı ile bakmakla memuruz. Ve sen de Allah’ın kullarına tahkir ve
inat gözü ile bakmaktan sakın.
Peygamberimiz Aleyhisselâm’a bir arabi geldi ve dedi ki:
-“Ben Ramazan orucunu tutarım, her gün beş vakit namazı kılarım.
Bunlardan fazla bir şey yapmam. Çünkü ben fakir bir kişiyim. Üzerime zekat ve
hac farz değildir. Kıyamet koptuğu zaman ben hangi yerde olurum? “
Rasülüllah Aleyhisselâm güldü ve şöyle buyurdu:
-“Gözlerini iki şeyden; haramlara bakmaktan ve halka
tahkir nazarı ile bakmaktan koruduğun zaman, kalbini iki şeyden; kin ve
hasetten muhafaza ettiğin zaman, dilini de iki şeyden ; yalandan ve gıybetten
koruduğun zaman Cennette benimle beraber olursun.” (Hadimi- Ruh-ul Beyan)
(4)
İNSANLARDAN BİR MENFAAT BEKLENTİSİ OLMAMALI
Çünkü tamah ve menfaat beklentisi dilleri hakkı
konuşmaktan alı koyar, hakkı konuşamaz. Dünyevi bir maksat için hakkı
söylemeyen kişiye de şiddetli tehdit
varit oldu.
Hazreti Allah Arabi olan nebi yüzü suyu hürmetine
bizim halimizi ıslah etsin.
Hakkı, tefsirinde şöyle dedi:
Kuran-ı Kerimi dünyanın yalancı ziynetlerine ve
menfaatlerine vesile eden kişi var ya, çalgı aletlerini vesile kılmak ondan
evladır. Mesela, yüksek bir yerde ekmek olup elinle ulaşamadığın zaman orada
mushaf ve tanbur1dan başka bir şey
bulunmasa tabii ki evla olan
ayağın altına mushafı değil tanburu koymaktır. İşte bizim içinde
bulunduğumuz mesele böyledir. (Ruh-ul Beyan)
(5)
Tarikatı Muhammediyye Şerhi Berika’da şöyle denildi:
Her ne kadar Alimin zikredilen bu tür afetlerden
uzak olduğu ve ilminin fazileti teslim edilse de, alime lazım gelen şey kibir
değil, haşyet ve tevazudur. Çünkü insanlardan hiç bir kimseye karşı
kibirlenmemek kul hakkı ve borcudur.
Alim, eğer bir cahilin durumuna bakarsa mantıklı hareket
tarzı şöyle demektir: “Şu kişi cahilliği sebebiyle Allâh’ü Teâlâ’ya isyan etti. Ben ise alim olmama
rağmen isyan ettim. Şu cahil özür beyanına benden daha layıktır.” Böylece
kendisini o cahilden daha hayırlı olarak göremez.
Hatta denildi ki : Bir vaiz kendisini
dinleyicilerden daha hayırlı görse durumu müşkildir.
Eğer bir alime bakarsa şöyle der: Şu kişi amel,
ihlas ve huşu mevzuunda benim bilmediklerimi bilir. Biz dilediğimizi
derecelerle yükseltiriz ve her ilim sahibinden üstün bir ilim sahibi vardır. (Yusuf-76)
Yaş bakımından kendisinden büyük olan birisine bakarsa der ki: “Bu kişi benden evvel Allah’a
itaat etti, yaşı ilerledi. Saçlarını İslam yolunda ağarttı.” Böyle düşününce ona saygı gösterir, onunla alay
etmez. Zira alay etmek haramdır ve büyük günahlardan sayılmıştır.
Hadisi Şerif’te şöyle buyuruldu:
“-Üç zümre vardır ki onlarla ancak münafık alay
eder. Saçlarını İslam yolunda ağartan, ilim sahibi ve adil idareci.”
Zira bu üç zümrenin vasıfları Allâh’ü Teâlâ ’nın evsafına racidir. Ak saçlı kişinin yaşı ilerlemiş,
büyümüştür. Kibriya, büyüklük de Bari Teâlâ ’ya mahsustur.
Alim Zat ilim sıfatı ile vasıflanmıştır.
Adil imam ise adalet sıfatı ile muttasıftır. Bu iki
zümre de Allâh’ü Teâlâ’nın sıfatlarından
ilim ve adalet sıfatları ile zinetlenmiştir. Bu üç sınıfa ikram Hazreti Allah’ı
tazim etmektir. Onları hafife almak da Allâh’ü Teâlâ’yı hafife almaktır.
Hadisi Şerif:
“Üç kişiye merhamet edin. Toplumun şereflisi iken
zelil, hakir olan. Zengin iken fakir düşen. Cahil kavimler arasında olup da
insanların, kadrini ve kıymetini bilemediği alim.”
Rasülüllah Aleyhisselâm buyurdular:
“Yaşına hürmeten bir ihtiyara ikram ve iyilikle
bulunan hiçbir genç yoktur ki, onun yaşına gelince Hazreti Allah kendisine
ikramda bulunacak birini bahş etmesin.”
Öyle ise, ihtiyarların duasını celb (edecek
hareketlerde bulunmak) lazımdır.
Onun içindir ki eskiler şöyle demiştir:
Yaşlıların görüşlerine itibar edin. Çünkü onlar
heybet ve hürmet ağaçlarıdır
Onlar tecrübeleri ile faydalı ve zararlı olan
şeyleri anlarlar.
Yaş bakımından kendisinden küçük olanlara bakarsa,
“Ben ondan evvel (ki zamanlarda) Allah’a asi oldum” der ve onlara merhamet
eder, şefkat eder, onlara karşı
kibirlenmez. Çünkü merhamet, ancak şaki ve katı kalbten soyulur.
Hadisi Şerif: “Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size
merhamet etsin.”
Allâh’ü Teâlâ Musa Aleyhisselâm’a şöyle vahy
etmiştir.
Yetime merhametli bir baba gibi, dul kadınlara karşı
şefkatli bir koca gibi, garibe de nazik bir kardeş gibi ol ki ben de sana karşı
öyle olayım.
Eğer kendi yaşıtlarına bakarsa şöyle söylemeli: “Ben
kendi halimi bilirim, onun halini ise bilmem. Tahkir ve tehdit konusunda malum
(bilinen, kendim) meçhul (bilinmeyen yaşıtım olan din kardeşim) den daha
önceliklidir.”
Eğer heva sahibi gibi bir bidat ehline ve bir kafire
bakarsa ona karşı da kibirlenmez ve şöyle der: “Ondan daha hayırlı olduğumu
nasıl bilebilirim? Belki o İslam üzere ölür de ben (neuzü billah) onun hali
olan bidat ve küfür üzere ölebilirim. Çünkü kulların kalbleri Rahman olan Allah’ın
kudret elindedir.”
Bir köpek, hınzır, yılan ve akrep gibi sırf şer, eza
ve zarar verici olarak görülen şeylere bakarsa o zaman da şöyle söyler: “Şu hayvan Allah’a isyan etmedi ki.
Dolayısıyla ona ne itap, ne de azap vardır.”
Böylece bütün gayret ve enerjisini kendi nefsine
sarf etmeye, kalbini kendi ayıpları ile meşgul etmeye ve başkasının ayıpları
ile meşgul olmamaya yöneltir.
(Tarikatı Muhammediyye ve Hadimi )
(6)
Hazreti Ömer Radıyallahü Anh’a;
-“Allah’tan kork” denildi. “Allah” adını duyunca
tevazu ile yanağını yere koydu.
Yahudinin biri Harun Reşid’e;
-“Allah’tan kork” dedi. Bunu duyan Harun Reşid
Allah’ın adını tazim ve tevazu için atından indi. Askerleri de onunla beraber
indi.
(7)
Denildi ki:
(Nesebinin) Ali’ye ulaşması ile iftihar mı ediyorsun?
Cesur ve yiğitlerin de aslı saf bir sudur.
Temiz nesep insana menfaat vermez.
Senin çirkin işlerin onu kirletir.
HİKAYE
HARUN REŞİD İLE BEHLÜL DANE
Harun Reşit kardeşi Behlül Dane’ye:
-“Benim hâlimi nasıl görüyorsun?” diye sordu.
Behlül:
-“Onu Allah’ın kitabına arz etmeliyim,” dedi ve şu
ayeti kerimeyi okudu:
Muhakkak ki iyiler Naim cennetindedirler. Fâcirler
(kâfirler) ise Cehennemdedirler. (İnfitar 13 –14)
Harun Reşit:
-“Peki, Rasülüllah’a olan yakınlığımız nerede?”
dedi. Behlül şu ayeti okudu:
O vakit, Sur’a üfürüldü mü, artık aralarında bugün
ne nesep yardımlaşması vardır, ne de birbirinin halinden sorabilirler. (Mü’minün- 101)
Ey insanlar:
sizi, bir erkekle bir dişiden (Adem ile Havva’dan) yarattık. (Nesep yönünden
herkes müsavidir.) Hem de sizi soylara ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi
tanıyasınız. Biliniz ki: Allah katında en iyiniz, takvası en ziyade
olanınızdır. (İnsanlar arasında nesep, soy-sop ile övünmek yoktur. Çünkü
herkesin aslı su ile topraktır.) Şüphe yok ki Allah Alim’dir – her şeyi bilendir, Habirdir, her şeyden haberdardır. ( Hucurat- 13)
Hâsılı şeref, fazilet ve edep sayesindedir. Yoksa
hasep ve nesep ile değildir.
Bazı kitaplarda şöyle zikredilmiştir:
Nesepten fayda yoktur, ancak Fatıma-tüz Zehrâ
Radıyallâhü Anh’nın nesebi müstesna.
Çünkü Hadisi Şerifte:
“-Her nesep kesilir, benim nesebim hariç” buyurulmuştur.
(Hadimi- Ruhul Beyân)
(8)
İNSAN NASIL OLUR DA KİBİRLENEBİLİR ?
Hazreti Ali Kerremallahü Veche şöyle buyurdu:
Ademoğlu nasıl iftihar ediyor, övünüyor, hayret
ediyorum. Halbuki onun evveli nutfe (az bir su), sonu da cife (laşe) dir.
Kendisi de bu arada (hayatında) pislik hamalıdır.
Allâh’ü Teâla
insanı (Adem Aleyhisselâm) topraktan yarattı. Sonra (diğer insanları) nutfeden
yarattı. Sonra nutfeyi kan pıhtısı, onu et parçası, onu da kemik haline
getirdi. Daha sonra kemiklere et giydirdi.
Ayet Meali:
Yemin olsun! Biz insanı çamurdan, bir hulasadan
yarattık. Sonra onu (Adem’in neslini) sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe
yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Sonra kan pıhtısını bir
parça et yaptık. O et parçasını da bir takım kemikler haline getirdik. Derken
kemiklere et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. (Bak) şekil verenlerin en
güzeli olan Allah’ın şanı ne kadar yücedir... (Mü’minûn- 12-14)
İnsanın sonu da kokmuş bir laşe olur. Organları
dökülür; parçaları un-ufak olur. Onu kurtlar yer. Sanki dün yokmuş gibi olur.
Keşke böylece kalsa... Belki uzun belâlara, sıkıntılara ve korkulara dûçar olur.
Öldüğümüz zaman bırakılmış olsak,
Ölüm “bütün sıkıntılardan kurtuluş” olurdu.
Lâkin öldükten sonra tekrar diriltileceğiz,
Ve
sonra, her şeyden hesaba çekileceğiz.
Öyle ise sana düşen, kendi hâlini, âkıbetinin
ne olacağını düşünmektir. Çünkü akıllı kişi işlerin sonunu düşünür.
HİKAYE
İŞİN SONUNU DÜŞÜNDÜM
Adamın biri altınlarını ölçmek için bir kuyumcuya
gidip terazisini istedi. Kuyumcu:
-“Git başımdan, teraziyi veremem, çünkü kalburum
yok,” dedi. Adam:
-“Benimle alay etme, teraziyi ver,” dedi. Kuyumcu:
-“Ben senden terazi istiyorum, sen bana gülünç
şeyler söylüyorsun,” dedi. Bunun üzerine kuyumcu şöyle dedi:
-“Ben sana söyleyeceğimi söyledim. Sen yaşlı ve
titrek bir adamsın. Ölçerken ellerin titrerken altın parçaları toprağa düşer.
Sen de onları topraktan ayırmak için süpürge ve eleğe-kalbura ihtiyaç duyarsın.
İşin sonunun buraya varacağını düşündüğüm için sana böyle söyledim.”
(Hakkı-Hadimi)
Meâlim’de “And olsun ki, kadın ona meyletti. Eğer
Rabbinin delilini görmeseydi, o da kadına meyledecekti” ayetinin açıklamasında şöyle zikredilmiştir:
Azizin hanımı Yusuf Aleyhisselâmı arzu ettiği
zaman ona şöyle dedi:
-“Ey Yusuf, ne güzel saçların var.” Yusuf
A.S:
-“Onlar benim cesedimden ilk dökülecek
olanlardır,” dedi. Kadın:
-“Gözlerin de ne kadar güzel”, dedi Yusuf
A.S:
-“Kabrimde yüzüme akacak ilk şey onlardır,”
dedi. Kadın:
-“Yüzün de çok güzel,” deyince Yusuf A.S:
-“ O da toprak içindir,” cevabını verdi.
Yusuf Aleyhisselâm o kadar güzel idi ki,
Mısır sokaklarında yürürken yüzünün parıltısı duvarlara aksederdi.
İkrime Radıyallâhü Anh’dan:
Yusuf Aleyhisselâm’ın güzellikte diğer
insanlara üstünlüğü, on dördüncü gece Ay’ın diğer yıldızlara olan üstünlüğü
gibidir.
Ebu Said-i Hudri Radıyallâhü Anh’dan;
Rasülüllah Aleyhisselâm şöyle buyurdular:
“Semaya (mirâca) çıkarıldığı
gece Yusuf Aleyhisselâmı bedir (on dördüncü)gecesi Ay misâli gördüm.”
Hatta arkadaşları Züleyha’yı levmetmişler,
çekiştirmişlerdi. Ne zaman ki kendileri Yusuf Aleyhisselâm’ı gördüler, onu
gözlerinde çok büyüttüler ve: “Allah’ı tenzih ederiz, bu bir insan değildir,
bu ancak şerefli bir melektir” dediler.
(9)
Sen, müdâfaadan aciz olma hususunda cansız
varlıklar gibisin. Hatta, çok küçük ve hakir bir sineğin elindeki bir şeyi
almasına dahi mâni olamayacak kadar. Putlar da mâni olamadığı gibi.
Rivayete göre; Müşrikler, putlarının
üzerine za’feran ve diğer güzel kokulu çiçekler koymak suretiyle süslerlerdi.
Sinekler de gelir, putların üzerinden onları alır götürürdü. Yani sinek putu
soyar, çiçeği alır ve giderdi. Put da buna mani olamazdı. İşte Hazreti Allah,
kâfirleri putları konusunda tekdir sadedinde şu ayeti kerimeyi inzal buyurdu:
Ayet Meâli:
Ey insanlar! (Putlara tapma
hâlini beyan hususunda şöyle) bir misal getirilmiştir, şimdi onu iyi dinleyin:
Sizin Allah’tan başka tapmakta olduğunuz (putlar), bir sinek bile yaratamazlar,
velev ki hepsi bunun için toplansalar bile... Hatta sinek o putların
(üzerindeki) bir şeyi kapmış olsa, putlar onu sinekten kurtaramazlar. (kapılan
şeyi geri almak isteyecek olan) put da zayıf ve aciz, matlup olan sinek de. (Hac-73)
Görmüyor musun, sinek bütün hakirliğine
rağmen azgınları zelil ediyor? Şöyle ki, onların taçları üzerine konuyor da onu
uzaklaştıramıyorlar.
HAZRETİ ALLAH SİNEĞİ NİÇİN
YARATTI ?
Halife Me’mûn hutbe okurken bir sinek
gözlerine kondu. Me’mûn uzaklaştırdı. Ama sinek tekrar tekrar geldi. Hatta
halife hutbesini kesmek zorunda kaldı. Namazdan sonra Basra ve Kûfe’nin şeyhi
Ebu Hûzeyl’i huzuruna çağırdı ve:
Hazreti Allah sineği niçin yarattı? diye
sordu: Hüzeyl cevaben:
“-Zorbaları, büyüklenenleri zelil kılmak
için,” dedi. Halife:
“-Doğru söyledin,” dedi ve ona ihsanda
bulundu.
Sinek gibi varlıkların yaratılmasında da
çeşitli hikmetler ve maslahatlar vardır.
Şair
Veki’ diyor ki:
Rüzgar
ve sinek olmasaydı dünya kokardı.
(10)
HİKAYE
MİSAFİRE HİZMET ETTİRMEK KEREMDEN DEĞİLDİR
Ömer bin Abdülaziz’e bir gece bir misafir geldi. O
sırada Ömer yazı yazıyordu. Kandili de nerede ise sönmek üzere idi. Misafir
kandilin yağını yenilemek istedi. Ömer:
-“Misafire hizmet ettirmek keremden değildir” dedi.
Misafir hizmetçiyi uyarmak istedi. Ömer:
-“Uykuya daha yeni yattı,” dedi. Uyandırmak
istemedi. Sonra kendisi kalktı ve lambaya yağ koydu.
Nebi Sallallahü Aleyhi ve Sellem elbisesini diker,
ayakkabısını tamir eder, elbisesini yamar, merkebe biner, yün elbise giyerdi.
Ve şöyle buyurdu:
“-Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.”
İsa (Aleyhisselâm) şöyle derdi:
Kim Firdevs’i taleb ederse onun gıdası arpadır ve
tıpkı köpeklerin mezbeleliklerde uyuması gibi nefsini hakir kılmaktır.
Hâsılı, tevazû enbiyanın, evliyanın ve sâlihlerin
ahlakındandır. Yine şu bir gerçektir ki tevazu gösteren kimsenin Hazreti Allah
derecesini, yüksekliğini, yüceliğini artırır.
Hadisi Şerif: “Görmez misin ki su ağacın dibine dökülür,
ama sonra üzerine yükselir, çıkar.”
Allah’ü Teâla İsa Aleyhisselâm’a şöyle vahy etti:
Cennette meleklerle birlikte uçmak istersen dünyada
insanlar arasında binek hayvanı gibi ol. Zayıflar arasında tevazu hususunda yer
, toprak gibi ol.
Şiir:
Yüzünü yerler gibi ayaklar altına koy, kim
Hak Teâla başlar üzere âsumân1
etsin seni.
Elinde bulunan şey bütün mahlukat için nehirde akan
su gibi olsun. Korkaklıkta, ağaçtaki yaprak gibi ol. Mahlukata karşı
yumuşaklıkta deve çobanının elindeki deve gibi ol. İnsanların ihtiyaçları için
hafilikte, rüzgarın yanındaki toprak gibi ol. İsyan anında ağırlıkta büyük kaya
gibi ol.
ALTI ŞEY TEVAZU GÖSTERDİ, ALLAH DA ONLARI YÜCELTTİ
Dediler ki:
Altı şey tevazu gösterdi. Allâh’ü Teâla da onları yüceltti.
1- Cûdi dağı.
2- Tûr-i Sinâ
dağı.
3- Hazreti Allah’ın Yunus Aleyhisselâm’ı karnına
attığı balık. (Yunus balığı)
4- Uçan hayvanlardan Arı.
5- Peygamberimiz Muhammed (Aleyhisselâm)
Allah’ü Teâla Musa Aleyhisselâma sordu:
-“Sen kimsin?” Musa Aleyhisselâm:
-“Ben Kelim’im, dedi.” İbrahim Aleyhisselâm’a:
“Sen kimsin?” diye sordu, O:
-“Ben Halil’im” dedi. İsa Aleyhisselâma:
-“Sen kimsin?” diye sordu: O, da:
-“Ben Ruhullâh’ım, dedi.” Peygamberimiz Muhammed
Aleyhisselâm ise bu suale:
-“Ben yetimim” diye cevap verdi. Hazreti Allah
peygamberler arasında onu yüceltti.
6- Secde etmek suretiyle Allâh’ü Teâla’ya karşı
tevazu sahibi olan mü’min.
Hazreti Allah onun göğsünü, gönlünü İslâma açmak
suretiyle ikrâm eder.
Gerçek şeref ve üstünlük tevazudur, başka şey değil.
HİKAYE
ÜÇ KERE SEVİNDİM
Sohbetimizi İbrahim bin Ethem’in (K.S.) tevazuunun kemâline
işaret eden şu hikayesi ile bitirelim:
İbrahim bin Edhem anlatıyor:
İslâmımda sadece üç kere sevindim. Bir kere, bir
gemide idim ve orada çok güldürücü bir adam vardı. “Biz Türk beldelerinde kuvvetli eşeklerin
tüylerini işte böyle tutuyorduk” diyor, başımın saçlarını tutuyor ve beni
hareket ettiriyor, sallıyordu.
Diğer bir keresinde, ben mescidde iken hasta oldum.
Müezzin girdi ve:
“-Dışarı çık.” dedi. Benim ise tâkatım yoktu.
Ayağımdan tuttu ve beni mescidin dışına sürüdü.
Diğer bir kere de, Şam’da idim ve üzerimde bir kürk
vardı. Onun tüyleri ile bitlerin arası ayırt edilemiyordu, çünkü çoktular.
Bunlar beni sevindirdi. (Hâdimi)