İmamet: Namazının bir cüzünde imama ittiba'dır (1). O ittibaı edene muktedi tâbir olunur ki, onun Müdrik, Mesbûk, Lâhik, envai âtide anlatılacaktır (2).

İmamlık, bizce müezzinlikten efdâldir. Nebî aleyhis-salâtü ves-selâm efendimiz hazretlerinin ve hulefai râşidînin, rıdvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn hazeratının muvazabetleri imametedir.

Efdâl olan: İmam, hem de müezzin olmaktır. İmam Ebû Hanîfe hazretleri, imamlık meziyyeti ile ezan okumanın faziletini cem etmişlerdi.

Namazı cemaatle kılmak — özürsüz olan (3) — hür erkekler için (4) — kavli esah üzere — (5) kuvvette, vâcip derecesinde sünneti müekkededir (6). Çünkü, cemaat üzerine, müvazabeti seniyye vâki olmuştur. Ve hâdîsi şerîfte: Cemaatin namazı, sizin birinizin yalnızca kıldığı namazdan, yirmi beş cüz ve diğer rivayette yirmi beş derece efdâldir, buyrulmuştur (7). Mükellefe, onu özürsüz terketmek olamaz. Bir şehir ahalisi, onu bilâ özür terk ederlerse, emrolunurlar. Kabul ve imtisal ederlerse ne âlâ. Etmedikleri takdirde kıtâl olunurlar. Zîra, cemaat şeâiri İslâmiyyedendir ve bu dîni mübînin hasaısındandır.

Cemaatin fazileti, bir kişi ile de hasıl olur. Velev ki, sabi mümeyyiz (8) veya kadın (9) ve hattâ, ev içinde dahi olsun (10).

Amma, cuma namazı için, cemaatin imamdan başka, üç yahut iki (11) kişi olması şarttır. Nitekim, bâbında mezkûrdur.

(Cemaatin hikmeti meşrûiyyeti, ehli salât arasında, ülfet nizamının ayakta durması (12) ve bir de, bilmeyenin bilenden, ef'ali salâtı teallüme alıştırılmasıdır.)

Ricâli esıhha (13) için, imamlık etmekte şurutu sıhhat altıdır: İslâm, bülûğ, akl, zükûret, kıraet, özürden selâmet.

İslâm, şartı umûmidir. Münkiri baas olmak, yahut Hazreti Sıddîkin hilâfetini veya sohbetini münkir bulunmak veyahut Hazreti şeyhayne — iyâzen billâhi teâlâ— sebbeylemek, yahut şefaati inkâr etmek gibi (14), kendini ikfar edici sıfatı zahir olmuşken, izharı islâm edenlerin imamlığı sahih olmaz. 

Bulûğ, çünkü, sabinin salâtı nefldir. Onun nefli ise, kendine lâzım değildir.

(Yâni, bâliğin sabiye uyması, ne farzda ve ne neflde sahih değildir. Çünkü, sabînin farzı nefl olmasına ve nefli dahi kendine ademi lüzûmuna mebni, bâliğin sabiye uyması, her iki hale göre, kavinin zaîfe bina edilmesi demek olacağından sahih olmaz.)

Akl, çünkü, aklı olmayanın namazı sahih değildir. Sekran gibi (15). Zükûret, (erkekliktir) Bu şartla kadınlar hariç kalmıştır.

(Kadının kendi hakkında namazı sahih olduğu halde, erkeğin ona iktidası sahih olamaz.)

Çünkü, kadınların arkada durmaları emrolunmuştur.

(Böyle bir emr ise, onların arkalarında ve yanlarında namaz kılmaktan nehy demektir.)

Hunsâ dahi, hükümde kadındır (16). Kadından gayrisi ona İktida edemez (17).

Kıraet, okumaktır. İhtilâfı imam ve imameyn üzere namaz sahih olacak âyetin ezber okunabilmesidir (18).

(Bu şarta binaen, okuyanın ümmiye, yahut dilsize iktidası sahih olamaz. Ümminin, dilsize iktidası dahi sahih olamaz. Çünkü, ümmi iftitah tekbirini alabildiği cihetle dilsizden akvâdır.)

Amma ümminin ümmiye ve dilsizin dilsize iktidası sahihtir.

Özürlerden sâlim olmak, çünkü, özürlünün salâtı zarûrîdir. (yâni, ancak zarureti özrüne mebni, sahih olmuştur.) Artık, ona mâzürden başkasının iktidası sahih olamaz.

Âzar, Ruafi daim, ihtilâtı rîh, fe'fee, temteme, lusga gibi şeylerdir. «Ruâf, infilât için, kitab-ut-taharenin özürlüler faslında malûmat vardır. Fe'fee, ve temteme: Fa ve ta harfinı tekrarlamak sûretiyle muntazam konuşmayanlardır ki, bunlara, kekeme ve pepe derler.

Lusga ise, bâzı harfleri değiştirerek konuşanlardır ki, bunlara da peltek denir.

İnfilâtı riha müptelâ olanın, silsi bevle müptelâ olana iktidası sahih olamaz. Çünkü, o iki özürlüdür (ki, onun hem hadesi ve hem habesi vardır) (19).

Peltek, pelteğin gayriye imam olamaz. Kur'ânda lusgadan hâli bir şey bulamayıp ta, gece ve gündüz saatlerinde lisanını ıslahtan âciz kalan kimsenin namazı, kendi nefsi için câizdir. Cehd ve tashihi terk ederse, namazı fâsiddir.

(Muhaşşinin ifadesine göre, aciz halinde, salâtının kendi nefsi için câiz olabilmesi dahi başkasına İktida etmesi mümkün olamamak ile mukayyed olup, eğer iktidası mümkün olur ise, namazı nefsi için dahi sahih olamaz.) (20).

(Şartı salâtın fıkdanından safim olmak), taharet ve setri avret gibi, salâtın şartlarından birinin mefkud olmaması demektir.

Şu şarta binaen hadesten veya necaseti mâniadan, tahir olmayanın (21) ve mestûrül-avre olamayanın, tâhir ve mestur olana imamlığı sahih olamaz (22).

İktidanın sıhhatinin şartlan, takriben on dörttür:

(İktida, lûgatte mutlak mülâzemettir. Istilâhte bir kimse namazını, imamın namazına rabtetmektir. O kimseye muktedi denildiği gibi memûn dahi denir.)

1— Muktedi, kendi tahrîmine mükareneten imama mütabeatı niyyet etmektir.

Mukarenet, ya hakikî, yahut hükmî olur. Nitekim beyanı tahrîme şartlarında geçmiştir.

Muktedi, hem salâtı ve hem mütabeatı niyyet eyler demektir. (Tahrîme şartlarının beşincisine bakınız.)

İmamın (23), imameti niyyet eylemesi, kadınların ona iktidaları sahih olabilmek için şarttır. Muhazat ile lâzım gelecek, fesadı salâta binâen ki, onun meselesi meşhurdur. Mufsidatta zikr olunur (24).

Kavli eksere göre, cuma ve bayram namazları dahi olsa, böyledir.

(Yâni, cemii salâvatta bilâ fark, kadının iktidasının sıhhati için, imamın, imamete niyyet eylemesi şarttır. Nitekim Muhaşşi, müfsidat faslında kâfîden ve Tebyinden naklen tasrih etmiştir.) (25).

2— İmamın ökçesi, muktedînin ökçesinden ileri bulunmaktır.

(Bu mutedî bir olmak sûretinde zahirdir ki, imam ile yanyana ve onun sağına durur. Şu kadar ki, ökçesi imamın ökçesinden geri bulunur. Soluna, yahut arkasına durur ise, sünnete muhalif olduğu için mekrûh olur.)

İtibar ökçeyedir (26). Hattâ muktedînin uzun ayaklı olmasından dolayı, — ökçesi geri olmakla beraber — parmakları, imamın ayağı parmaklarını, geçerse dahi zarar etmez (27).

3— Kılınan namazda, imam muktedîden halen, yüksek olmaktır.

Meselâ, imam nâfilede iken, muktedi farz kılmamak gibi (28).

4— İmamın kıldığı farz, muktedînin kıldığı farzdan başka olmamaktır: Biri öğlenin farzını kazâ, ve diğeri ikindinin farzını edâ veyahut,biri bir günün öğlesini, ve diğeri başka bir günün öğlesini kazâ, etmekgibi (29).

Çünkü, müşareket vardır, onda da ittihad gereklidir.

(Yâni, muktedi imama müşarik olmakla, namazları müttehid bulunmak lâzımdır ta ki, imamın namazı muktedînin namazını mütezammin olabilsin.)

Buna binâen, bir namazı nezr edenin, başka bir namazı nezr etmiş bulunana, iktidası sahih olmaz. Zîra, nezirlerde birlik yoktur (30). Nezirlerde ihtilâf, farzlarda ihtilâf gibidir (31).

Nâzirin hâlife, iktidası dahi sahih olamaz. Çünkü nezr olunan namaz akvâdır 32).

Hâlifin nazire, hâlifin hâlife, — nezirlerin birliğinde — nâzirin nâzire, iktidası sahihtir.

5— Dört rekâtlı bir farzın, vakti çıktıktan sonra — kazâsı için akdolunan cemaatte (33) — imam mukîm olup ta, muktedi misafir olmamaktır. İmam — kılınacak namazın mertebesine göre — muktedîden ednâ olmamak şartına binaen ki, bu halde — ya kaade, yahut kıraet hakkında —farz kılan nâfile kılana, İktida etmiş olur.

(Malûm olsun ki, vakit dahilinde mukîmin müsafire, ve bilâkis müsafirin mukîme, iktidaları bütün namazlarda sahihtir. İki ve üç rekâtlı farzlar, seferde ve hazarda mütegayyer olmamakla, onlar müstesna olmak üzere, dört rekâtlı farzlara göre, mukîm bulunan muktedi, müsafir bulunan imamın selâmından sonra, namazını — kıraetsiz — itmam eder. Müsafir bulunan muktedi, mukîm bulunan imam ile beraber, namazını tam olarak kılar. Çünkü, vakit bâkî olmakla, muktedînin namazı, imamın namazına merbutan tamama tegayyür eder. Tegayyürün yokluğu, kazânın hususiyyetindendir. Vakit dışında ise dört rekâtlı farzlara göre, mukîmin müsafire iktidası sahih ve müsafirin mukîme iktidası gayri sahihtir. Çünkü, onda, kariyi zaîfe binâ etmek mahzuru vardır. Zîra İktida, birinci şefi veya ikinci şefi'de olmaktan hâlî olmayıp, birinci şefi'de yâni, ilk iki rekâtte olduğuna göre, müsafirin kaadesi, namazın ahiri olduğu için farz, ve mükîmin kaadesi kaadei ûlâ olduğu için vâciptir. Farz ise, vâcipten akvâdır. İktida ikinci şefi'de vukubulduğuna göre, mukîm bulunan imam, kıraet farizasını ilk şefi'de ifa etmiş olmakla ona göre, ikinci şefiin kıraeti nâfile iken, müsafir bulunan muktedi hakkında, kıraet henüz farzdır.)

6— İmam mesbuk olmamaktır. Zîra onun iktidada şüphesi vardır (34).

(İmamın lâhik olmaması dahi meşruttur. Çünkü, lâhik, hükmen imam arkasında demektir. Hattâ kıraet etmez.)

Bunların kendi gibilerine dahi iktidaları sahih olmaz. Nitekim, Dürrü Muhtârda sarahat vardır (35).

7 — İmam ile muktedinin arasını «Kadın saffı» ayırmamaktır (37).

Şu mealdeki kavli şerifi nebeviye mebni ki: İmam ile kendi arasında nehir, yol, kadınlardan bir saff, bulunan kimsenin namazı yoktur buyurulmuştur.

Eğer arada olan kadınlar üç olursa, son safa değin, her saftan üç kişinin namazları fâsid olur. (O kadınların sağından ve solundan birer kişinin namazları fâsid olur). Sairlerin iktidaları câiz( sahih) tir. Fetva dahi bunun üzerinedir (38).

Ve eğer arada olan kadınlar iki olursa, yalnız onların arkalarındaki iki kişinin namazları fâsid olur. (Yâni, namazın fesadı daha arkadakilere geçmez. Kadınların sağ ve sol yanlarından iki kişinin dahi — namazlarının fesadına — bu söz münafî düşmez.)

Ve eğer safta yalnız bir kadın var ve erkeğin hizasında ise, sağ ve solundan onun hizasında olan birer erkek ile arkadan bir erkeğin namazları fâsid olur (39).

8 — İmam ile muktedi arasında, ne kayık geçecek nehir (40), ne de üzerinde aralıksız saflar olmadığı halde (41), araba geçecek yol bulunmamaktır.

Mânî olan aralık, müftâ-bih kavle göre, iki saf sığacak kadar olan açıklıktır (42).

(İki saf arasındaki açıklık ise, bir veya iki arşın miktarıdır. Bu da, her safın secde yerleri ile diğerlerinin kıyam yeri olarak mûteber olur (43). Cami içindeki geniş meydan, birçok saflar sığacak kadar dahi olsa, iktidaya mânî değildir. Zîra mescid için müstakil parça hükmü vardır. Bayram namazgâhları dahi mescid hükmündedir (44).

9— İmamın intikaalâtını anlamağı işkâl eder derecede, arada hâil(duvar) olmamaktır.

Eğer işitmek veya görmek sebebiyle, imamın intikaalâtına iştibah kalmıyorsa İktida, sahih olan kavle göre, sahihtir. Şu rivayete binâen ki, Nebiyyi Ekrem sallâllâhü aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, Hazreti Âişenin hanesi içinde namaz kılarlar ve nâs (ashâp) mescidi şerifi nebeviden, kendilerine iktida ederlerdi.

Buna göre, mescidi harâma bitişik olup da, kapıları dış taraftan olan evler ve menzillerden, haremi şerifte toplanan cemaatın imamına iktida, sima' ve rüiyyete binâen, imamın hali şüpheli olmadığı ve arada duvardan mâdâ hâil bulunmadığı cihetle sahihtir (45).

10 — İmam râkip (binmiş) ve muktedi râcil (yaya) olmamaktır (46).

11 — İmam Râcil ve muktedi râkip olmamaktır.

12 — İmam bir binek ve muktedi başka bir binek üzerinde olmamaktır. Zîra mekânın ihtilâfı vardır. İmamın bineğinde bulunursa, mekânın birliğine binâen, iktida sahih olur (47).

13 — İmam bir sefinede ve muktedi, ona yakın olmayan başka birsefinede olmamaktır. Çünkü, onlar da iki binek gibidir. Eğer yakınlaşırlarsa birlik hükmüne mebni, iktida sahih olur.

(Cemaat sahilde ve imam duran geminin içinde bulunmak sûretinde, arada yol veya —büyük nehir derecesinde— fasıla olursa, iktida sahih olmayacağını, İbni Nüceym merhum bahirde zikretmiştir.)

14 — Muktedi mezhebinin muhalifi bulunan imamın halinden, akıcı kanın çıkması, ve ağız dolusu kusmanın vukuu gibi, kendi mezhebince, bir müfsit (48) vâki olduğunu bilip, ondan sonra da abdest almadığım teyekkun etmiş olmamaktır.

(Hattâ muktedi, kendi mezhebince, abdesti bozan bir şeyin, ondan sâdır olduğunu gördükten sonra, imam —abdest alacak kadar bir zaman— gaib olsa, ve o müddetçe, onun hali muktedînin malûmu olmasa, sahih olan: Onun hali büsbütün meçhul bulunmak sûretinde olduğu gibi iktidarım maal-kerahe (49) olmasıdır. Zîra abdest almış olmak muhtemeldir. Ve ona hüsnü-zan etmek evlâdır). Ama, —mezheb muhalefeti olan hususlarda— onun ihtiyat etmez olduğunu bilirse, iktida sahih olmaz, o iktidasındaki, hususî halini, gerek bilsin gerek bilmesin. Eğer —hilaflarda— ihtiyatlı bulunduğunu bilirse, iktida etmek —kavli esah üzere— sahih ve mekrûh olur. (Deyrî; eğer hanefî mezhebinde, onun ihtiyatım bilirse, iktida mekrûh olmaz, demiştir.)

Muktedi, imamdan, onun mezhebince namazı ifsad eden bir şeyin meselâ: Kadına dokunmanın, yahut dirhem miktarında olan necisi hâmil olmanın (50), vukuunu —imamın haberi olmadığı halde— bilse, ona iktida etmek, ekserin kavli üzere câizdir (51).

Mesele, imam kendinin, o halini bilmemiş olmakla takyid olunmuştur. Tâ ki, niyyette kasdi olup, namazın sıhhatini dahi, kendi itikadına hamletmek, mümkün olabilsin.

Ama, mezhebin mutekid ve mukallidi iken (52), imamdan kendinin malûmu olarak, mezhebinin hilâfı sudur etmiş olursa, oyun gibi olup, oynayanın ise, niyyeti olmayacağından, namazını sıhhate hamlin, bir vechi olamaz (53).

(Görülüyor ki, şartı-âhir, mezheb-daşının gayriye iktidaya âit olup, mezhebi muhalif bulunan, ehli sünnete iktida, yakinen mânî olmadıkça, câiz (54) ve imamlık edenlere, —hilâfatta— ihtiyat ve mezhep sahiplerine müracaat etmek lâzımdır. Meselâ, çıkış yerinden taşan kan, Hanefî mezhebinde abdesti bozar olduğundan, Hanefîye imamet edecek olan Şâfii, kan aldırdıkta, yahut hacamat oldukta veya burnu kanadıkta, ve keza kustukta, abdest almak lâzım gelir (55).

Sabah namazında, Şafiî mezhebinde olan imama iktida etmiş bulunan Hanefîler, sabah namazının ikinci rekâtı rükûundan sonra, kunut etmekte olmalarıyle, o halde sâkıt olarak durur ve ellerini yanı başlarına salıvermiş bulunur. Bunu, fukaha Vitir babında zikretmişlerdir.

Abdestlinin (56) teyemmümliye iktidası, Şeyhayn indinde sahihtir. İmam Muhammed, sahih olmaya, dedi. Bu hilâf, şu hilâfa mebnidir ki, (57) Halefiyyet, toprakla sudan ibaret olan iki âlet arasında mıdır?

Yoksa, abdestle teyemmümden ibaret bulunan iki taharet arasında mıdır? Şeyhayn indinde, ihtilâf iki âlet beynindedir. Nassı-Kerîmin, zâhiri dahi, buna delâlet etmektedir (58). Buna binaen iki taharet müsavidir. İmam Muhammed indinde, ihtilâf iki taharet arasındadır (59). Binaâenaleyh, (abdestlinin müteyemmime iktidası halinde) kavi zaîfe binâ edilmiş olur. Bu ise, câiz olamaz.

Cenaze namazında teyemmümlüye iktidanın sıhhatinde, hilâf yoktur. Gaasilin, masiha yâni, vuzu âzâsını yıkayarak abdest almış olanın, mesh ile abdest almış bulunana iktidası sahihtir. Gerek mestlere, gerek cubeyreye (kırık sargısına), yahut akarı olmayan yara (60) sargısına mesh etmiş olsun (61).

Kaimin kaaide, (yâni ayakta durarak namaz kılanın oturduğu yerde rükû ve secde ederek (62) kılana) iktidası sahihtir. Zîra sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, marazı-mevtlerinde, kendileri oturduğu halde ve arkalarında cemaat kaaimen kılmışlardır (63).

Kanburluğu, rükû derecesinde olmayan kanbura iktida sahihtir. Kanburluğu rükû derecesinde olan dahi, rükû için biraz eğilebilir olduğu takdirde, ona İktida Şeyhayn indinde câiz olur. Umum ulemâ, bunu ahzetmişlerdir. Esah olan da budur. Kaimin kaide iktidası menzilesindendir ki. (oturanda üst kısım) (64) ve bunda alt kısım müstevîdir (65).

Mûmî'nin (îma ile namaz kılanın) kendi gibilere iktidası sahihtir. İmâ ederek namaz kılan iki kişinin (birbirine benzer olmaları) her ikisi oturdukları veya yan yattıkları halde, imâ eder olmakla olur. İmam oturur ve muktedi yan yatar olarak, imâ etmekte dahi, imamın hali muktedîden akva olmak hasebiyle, iktida yine sahih olur (66).

Nâfile kılanın farz kılana iktidası sahihtir. Zîra zaîfi, kaviye binâ etmektir. Kıraette imamına tâbi olmuş olur (67).

(Bundan teravih namazı müstesnadır ki, ercah olan, teravih kılanın, farz kılana iktidaen kılınmasının, câiz olmamasıdır. Çünkü, mezkûr salât, kendine has hüviyyette meşrû kılınmış olduğundan, sünnetin ikamesi uhdesinden çıkılmak için, onun hususî vasfına —ki, imamın teravih namazına niyyet etmesidir — riayet olunmak lâzım gelir (68).

Bir şart veya rüknün fevatına (elden çıkmasına) mebni, imamın namazında sıhhate mânî olan şey (69) zâhir oldukta (70), namaz lüzumen iâde olunur (71).Hadîsi şerifte; imamın namazı fâsid oldukta, arkasındakilerin namazları dahi fâsid olur, buyrulmuştur.

İadeden burada maksad, fukahâ arasında mustalah olduğu veçhile mueddada olan bir noksanı cebr ve ikmal edici iâde demek olmayıp (72) belki, o farzı yerine getirmek, ona farz olur, demektir.

Eğer imamın namazını mubtil olan şey, târî olmuş yâni, sonradan vukua gelmiş ise, cemaate iâde yoktur: İmam namazı müteakip mürted olsa. öğlenin edasından sonra, yalnızca cumaya saay eylese, cemaat dağıldıktan sonra imam — tilâvet secdesine avdet edip — kadei ahîreyi iâde etmemesi, gibi (73).

Namazın fesadı tebeyyün eden imama imkân dâiresinde —velev tezkire yazmak, yahut haber göndermek yoluyla olsun— cemaate namazlarım iâde etmelerini bildirmek, lâzım gelir. Muhtâr olan da budur.

Bunun, ihbarın vücubündeki, nâzîri, bir kimse diğerini pis su ile abdest alırken görmek, yahut üzerinde necaset bulunduğunu görüp haber vermektir.

Dirâyede, cemaatın kimler olduğu bilinmediğine göre, (74) onlara bildirmek imama lâzım olmadığı mezkûrdur.

------------------

(1) Bu tarife göre, imam kelimesi, kitap ve bisat gibi fial bimânâ mef'ul ise defıkıhta muktedi mânâsınadır. Bu mevziin gayride imamet: İmamlık mânâsınadırki, namazda imam olmak ve imamlık etmek demektir.

(2) İstihlâf bahsindeki istitradı okuyunuz.

(3) Çünkü, cemaat özür ile sâkıt olmaz. Özürler faslına bak.

(4) Çünkü, köle mevlâsının hizmetiyle meşguldür. Efendisi izin verse de, onavâcip olmaz. Rical kaydi, nisadan ihtirazdır. Çünkü, onlar âtiyen musarrah olduğuüzere, huzuru cemaatten memnudurlar. Maksût, çıkmağa kaadir olan ahrarı baligindir.

(5) Muhaşşinin ifadesine göre bu baptaki akvalin âdeli ve akvası cemaatin,vâcip olduğudur. Onu farzı kifaye ve farzı ayn diyenler de olmuştur. Farzziyyetinekail olanlar, sıhhati salât için onu gart kılmamışlardır. Cemaat, sünneti müekkededir diyenlerce, sünneti fecirden, daha müekked, bir sünnettir. Ve teravihin gayride, sünneti ayn'dir. Teravihte sünneti kifâyedir. Vitir ramazanda cemaatle, müstahap olup, ramazanın gayride olan vitirde ve teravihin gayri tatavvûda, cemaatfarzı hatırlatıyorsa mekruhtur.

(6) Cuma ve bayram namazlarından gayride demektir. Çünkü, bunlarda cemaat, cevazın şartıdır.

(7) Zeyleide mezkûr olan, hâdisi şerifin meâli şudur: Erkeğin cemaatle kıldığınamaz, evinde pazargahta kıldığı namaz üzerine yirmi derece ziyade olur. Buharidedahi mezkûr olan haber aynidir.

Bunlar mesacidi selâsenin gayri hakkındadır. Mesacidi selâse ki, Mescidi haram. Mescidi şerifi nebevî, Mescidi aksâ'dır. Onlardaki fazileti cemaat, binlerce derece daha fazladır.

(8) Sinni temyiz, yedi yaştır. Ona sabii akıl dahi denir. O yaşta olana namazaaklı eren çocuk dahi denebilir. Muhaşşî der ki, bundan müteneffili muktedi ile dahi,cemaat fazileti hâsıl olacağı münfehim olur.

(9) Evinde zevcesi, yahut cariyesi veyahut çocuğu ile, namaz kılan kimse, cemaat faziletini ityan etmiş olur. Şerhte böyle mezkûrdur. Lâkin fazileti mescitdaha fazladır.

(10) Lâkin, evde cemaat olmak, cemaatı kaçırmak, yahut camiye çıkılamamaksûretinde olur. Yoksa, bunu âdet etmek şöyle dursun, arada sırada yapmak bile- özürsüz olursa - bid'at ve mekruh olur.

(11) Yahut tabiri, hikâyei hilâf içindir. Mutemet olan, kavli evveldir.

(12) Bundan dolayıdır ki, mahallelerde, mescitler meşru olmuştur. Tâ ki, Evkâtısalâtta komşular arasında husuliyle herkes birbirini tanımış ve yoklamış olsun.

(13) Esıhha, atıbba vezninde sahihin cem'idir ki ,özürlü olmayan erkekler demektir. Çünkü, özür sahibinin kendi emsaline imameti sahih olduğu gibi, kadınınademi tekaddümü şartiyle, kadınlara imameti dahi maal-kerahe sahih olmakla, buşartların cümlesi onlarda muteber değildir.

(14) İsrâ'yı, yahut rüiyyeti veyahut kiramı kâtibinin vücudünü inkâr gibi. Lâkin münkiri rüiyyet olan, Celâl ve azamete mebni rüiyyet olunmaz, derse, onunimameti, Ebus-suûd şerhinde mezkûrdur.Bir zaman imamet edip te badehûkâfir, veya pis yahut amden taharetsiz olduğunu, cemaate söyleyen kimsenin, cemaatine, iadei salât etmek yoktur. Çünkü, onun diyanette olan haberi, kendi itirafiyle olan fıskı sebebiyle makbul değildir. Kıldırdığı namazın, necaset, yahut taharetsizlik sebebiyle, fesadı tebeyyün etmek gibi değil ki, onu ihbarda iade lâzımgelir.

(15) Ve dâima mecnun gibi. Amma, gâh mecnun olup gâh ifakat bulanın, ifakat halinde imameti sahih olur. Bunağın imamlığı sahih olmaz.

(16) Hükmen kadın olan hunsâ, Muhaşşinin babı ezanda geçen ifadesine göre,hunsâyı müşkil iken, bu baptaki ifadei âtiyyesi umumidir.

(17) Yâni, ne erkek ona İktida edebilir, (Çünkü, onun kadınlığı muhtemeldir)ne de kendi gibi hunsâ İktida edebilir. Çünkü, geriye kalanın erkekliği ve ileri geçenin kadınlığı muhtemeldir. Amma, kadının hunsâya iktidası sahih olur.

(18) Ezberinde olmayanı, mushaftan okumak mufsidatı salâttandır. Ve bundaimam ve münferit müsavidir.

(19) Muhaşşî der ki, bunun aksi yâni, silsi bevil olanın infilâtı rîna müptelâ olana, iktidası sahih olur. Kan aldırana gelince, yarasından kan çıkmıyorsa, onun.esıhhaya imameti sahih olur.

(20) Lâkin, ceht ve tashihi terk etmemek meselesi dahi ömür müddetince okimse, lisanının tashihine cehd üzere olmak demek olup, bu da hareci azîm olduğundan, fetvada, mezkûr gart muktezasına gidilemez. Fetâvâyı Ebil-leysten menkuldür ki, El-hamdülillah yerinde El-hemdülillah ve kul huvellahu yerine kül-huvellahu demek, bunun gayrisine kaadir olmayan veyahut lisanında özür olmadığı halde, ağzından böyle çıkmak suretinde de namaz fasit olmaz. Demek ki, mezkûrşartta hilâf vardır. Çokları da onu zikr etmemişlerdir. Zira onda hareci azîm vardır.

(21) Zâhiri budur ki, temiz olamamak, gerek necaseti izale edecek şeyi bulamamak, gerek bulsa da inkişafı avret gibi, bir mâni hâsıl olmak suretiyle olsun.

(22) Takyidin zahiri, necaseti mâniayı hâmil olanın ona ve çıplak olanın çıplağaiktidası sahih olmaktır.

(23) Lâfzı imamın, tezkîr ve tenisi müsavi ise de, imam kelâmı, müzekker hakkındadır. İmamı ünsaya, sözün şümulü yoktur.

(24) Muhaşşi der ki, imam onları, iltizam etmedikçe, fesat olmaz. İltizam dahi,onun niyyet etmesiyledir. İmam ona imameti niyyet eylemedikçe, kadın imamınnamazına dahil olmuş olmaz. Hunsâ dahi, ünsa gibidir. Bir ile müteaddidin farkıyoktur.

(25) Burada ise demiştir ki, Nihirde, Hulâsadan naklen, cuma ve bayramlarda,niyyetin şart olmadığına ittifak etmişlerdir.

(26) İmâ ile namaz kılanlarda itibar başadır. Hattâ muktedînin başı, imamdangeride olup ta, ayaklan onun ayaklarından ileride bulunsa, İktida sahih ve aksitakdirinde gayri sahihtir.

(27) Malûm olsun ki, müellifin, imamın tekaddümünün şart kılınmasına dairolan ifadesi, mezhebe hilâftır Müktedî, imamla aynı hizada olsa dahi, İktida sahihtir.

(28) Muhaşşî der ki, Vitrin vâcip olduğu kanaatinde olanın sünnet olduğunakani olana iktidası, bu kabilden değildir. Çünkü, bu iktida, salâtın aynı olmasına mebni, sahihtir. Salâtın birliği kanaattaki ihtilâfiyle muhtelif olmaz. Ve kezâ, bir sünnetkılanın başka bir sünnet kılana, meselâ: Yatsının sünnetini kılanın teravih kılana, veöğlenin son sünnetini kılanın ilk sünnetini kılana, iktidası sahihtir. Nitekim, bahriRaikta ve gayride mezkûrdur. Zahîriyyede demiştir ki, ikindinin iki rekâtını kılmışve güneş gurup etmiş bulunan kimseye, namazının son iki rekâtında İktida edilse.- her ne kadar muktedi için bu namaz kazâ ise de - olur. Çünkü, kılınan namazbirdir.

(29) Bunlar farz olarak sahih olmaz, demektir. Yoksa muktedinin namazı - nâfile olarak - sahih olur. Muhaşşî merhum, nüfsidatın muhazat meselesinde tasrihetmiştir ki, ikindi kılan bir kimsenin arkasında öğleyi niyyet edenin namazı - nafileolarak - sahihtir.

(30) (İmamın nezrettiği namazı kılmak nezrim olsun) demiş bulunursa - namazın birliğine mebni - iktida sahih olur.

(31) Bu tâlil Muhaşşînindir. Ve beyanı veçhile müellifin tâlîlinden azhardır. Müellif, «zîra nâzirin iltizam ettiği olan hususta, gayr üzerine velâyeti yoktur» demiştirki, vücup ancak, nâzir hakkında zahir olup, diğeri hakkında zahir olmamakla, kendi nezrinin gayride, başkasına iktida ederse, farz kılanın nafile kılana, iktidası gibiolur, demek istemiştir. Bu halde meselenin, üçüncü şartı tefrîi zahir olur.

(32) Çünkü, kasten vâciptir. Yemine mukaarin bulunan namaz ise, fiil ve terkicâiz bir nafile iken, iki cihetin biri, yemin ile kuvvet bulmuştur. Onun vücubü, birrintahakkuku içindir. Bu tâlil, meselenin üçüncü şarta tefrîini iktiza eder.

Nâzir, nezr edenler. Menzûre, nezr olunan namazdır. Hâlif, «şu namazı kılacağım » diye yemin edendir. Mahlûfün - aleyhâ, işte o namazdır. Bir, yemini yerine getirmektir.

(33) Çünkü, kazâ için dahi, cemaat akdi meşrûdur.

(34) Yâni kendi tahrîmesini, imamın tahrîmesine bina ettiği için mesbuk, - gecenin kazâsı için, kıyamından sonra - dahi min cihetin muktedi demektir. Muhaşşîder ki, ona kıraetin lüzumu, infirat şüphesine mebnidir. Demek ki, onda infirat tarafıdahi vardır. Ve molla Hüsrevin tâbirince, onun infirat ciheti hakikî ve İktida cihetisûrîdir. Ve her iki cihetin tefriatı vardır. Nitekim zikr olunur.

(36) Bahri Raikte demiştir ki, mütesavi olan iki mesbukun, biri kendi üzerindeolanın kemiyyetini unutmuş olursa, diğerine iktida ederek değil de, ona göz ucuylabakarak, kılsa namazı sahih olur.

(37) Muhaşşinin beyanına göre muktedîden, erkek muktedi maksuttur. İki muktedînin arası, imam ile muktedi arası gibidir ki, onların aralarında dahi, kadın bulunursa, iktidarı sahih olmaz.

(38) Alâ kavlin, üç kadın, arkalarında bulunan bütün erkek safları için, iktidaya mânî bir kadın safı demektir. Saff tam olduğu gibi ki, o sûrette arkada bulunansaflardaki erkeklerin kâffesinin namazları - bu hadis-i şerife göre - fâsittir. Müellifkelâmı itlâk etmekle, kadın ile muktedi arasında hail bulunup bulunmamağa sözşâmil olmuştur. «Lâkin arada hail, yahut açıklık bulunmak fesada mânidir». Nitekim inşallahü teâlâ muhazat meselesinde zikrolunur. Kıyas icabı, kadınların arkalarında bulunan erkeklerden yalnız ilk saftan o kadar kimselerin namazları fâsitolup, onlar diğerlerine hail olmakla, onlardan sonrakilerin namazları fâsit olmamaktadır. Ve lâkin bu kıyas, müellifin âtideki sözünden zahir olacağı üzere, tamolmayan kadın safı hakkında olup, tam saf, hadise ittibaen kıyastan hariç olmakla,kadın safının arkasında kalan cemaat, yirmi saf dahi olsalar, onların namazları istihsanen fasittir.

(39) Onlardan ziyadesinin namazları fâsit olmaz. Çünkü, her (üç) cihetten salâtıfâsit olan kimseler, o kadın ile diğer erkekler arasında hail olmuş olurlar. Bu bahsin özeti olmak üzere, Tahtâvi merhum, Dürrü Muhtârın muhazat meselesinde. Mısırlı Ebus-suûttan naklen demiştir ki, bir kadın, sağ ve solundan birer kişiylearkadan bir kişinin ki, namazlarını ifsat edip, bunlardan ziyadesinin namazlarınıifsat eylemez. Çünkü, üç cihetten namazları fâsit olan, birer kişi o kadın ile diğercemaat arasında hail olmuş olur. İki kadın, kendi sağ ve sol taraflarından birerkişi ile arkalarından kendilerine muhazi iki kişinin ki, ceman dört kişinin namazlarını ifsat eylerler. Çünkü, iki, tam cemi olmadığından, iki kadın dahi bir kadıngibidir. Fesat, başka saflara kadar, teaddi etmez. Eğer kadınlar üç olursa, kendisağ ve sol cihetlerinden birer kişiyle arkalarından kendilerine muhazi üçer kişinin,son safa kadar namazları fasit olur. Ve bu cevap, rivayetin zâhiridir. Kadınlardanimam arkasına, bir saf olup, onların arkalarında dahi müteaddit erkek safları bulunsa, bütün o safların namazları fâsit olur. Eğer kadın safının arkasında duvar olupo duvarın arkasında erkek safları bulunursa, onların namazları fâsit olmaz. Kadınsafının arkasında erkek safı olup, duvar onlardan sonra olsa ve duvarın arkasındadahi, saflar bulunsa, cümlesinin namazları fâsit olur.

(40)Tarikten, umumî yol maksut olduğu gibi, nehirden dahi maksut, büyüknehirdir. Büyük nehir ile küçük nehirin farkı için sözün sahibi budur: Yani, içindekayığın işleyebilip isteyememesine göredir. Küçük nehir, kuvvetli bir kimsenin üzerinden atlayabileceği nehirdir. Nehirde su bulunmak şart değildir. Tarikte dahi, yolun araba geçmesine müsait olması maksuttur. Arabanın fiilen geçmesi değil, Arabaya bedel, yüklü hayvanların geçebilmesi dahi muteberdir.

İbni Âbidinin ifadesine göre, büyük havuz dahi nehir gibidir ki, etrafında saflar ulaşamadıkça, iktidaya mânidir. Etraftan bitişik saflar olanların, arkalarındakilerin, iktidaları sahihtir. Ve küçük havuz kadar olan aralık, mâni değildir. Nehir üzerinde safların ittisali: Köprü bulunmak, yahut yekdiğerine bağlı kayıklar olup, üzerlerinde saf bağlamak ile olur.

(41) Çünkü, safların ittisali halinde, yol saflar ile dolmuş ve arada araba geçecek tarik kalmamış olur. Muhaşşî der ki, musâllîler ulaşıp yola durduklarında, birkimse gelip yolun enine durarak imama uysa caiz, fakat mekrûh olur. İktidasınıncevazı, kendisiyle imam arasında, araba geçecek yol kalmadığıdır. Kerahetin veçhi,nâsın geçidinde namaza durulmasıdır. İmdi, bu muktedînin arkasında, yolun arkatarafından biri imama uysa sahih olamaz. Zira üzerinde duranın namazı mekrûholmakla beraber, o kimse bir saf dahi teşkil etmediğinden, kendi arkasındaki hakkında mâdûn hükmündedir. Ve bu, ittisal sayılmaz. İki kişi dahi olsa, yine öyledir.Eğer, yolun eninde üç kişi durmuş bulunursa, onların arkalarından iktida edenlerin,bu iktidaları sahih olur. Çünkü, üç kişi bâzı rivayatta, bir saftır. Safların itisalihalinde ise, yol iktidaya mâni değildir.

(42) Alâ kavlin, bir saf sığacak kadar olan açıklıktır.

(43) Böyle olmak zahirdir. Zira bir safın kıyam yerinden diğer safın kıyam mahalline kadar, tahditte kâfi değildir.

(44) Câmii şerifin etrafı dahi, câmi hükmündedir. Muttasıl saflar olmasa bileoradan iktida sahihtir.

(45) Nitekim bunu Şemsül-eimme şöyle zikretmiştir ki, mescide bitişik evininsathında durup ta, yanı başındaki mescidin imamına ve evinin içinde durup ta evebitişik ve fakat arada duvar bulunan mescitteki imama iktida ederek namaz kılankimsenin, namazı eğer imamın tekbirini - ya kendinden veya mübelligden - işitmekteise câiz olur. Dam üzerinde duranın dahi, ev içinde olan imama iktidası, - imamınhali ona hafî olmadığı takdirde - sahih olur. Demek ki, itibar mekânın ihtilâfınadeğil, istibâhadır. Hanesi mescitten ayrılmış bile olsa, arada araba yolu gibi, iktidayamâni bir şey bulunmadığı ve imamın hali şüpheli olmadığı halde, ev içinden mescitteki imama iktida sahih olur. Mekânın ihtilâfına itibar binekte veya sefinedekılınacak namaz hakkındadır.

(46) Râcil, râkip olmayandır. Tenvirde ona bedel, nâzil vâki olmuştur. Nâzilin,râkibe iktidasında bir mâni daha vardır ki, rükû ve sücud ile namaz kılan, onları imâederek kılana, iktida etmiş olur. Meğer ki, nâzil dahi imâ edici ola.

(47) Görülüyor ki, bu meselede illet, mekânın ihtilâfıdır. İştibah ancak, hailmeselesinde illettir. Muhaşşi der ki, muktedinin bineği, imamın bineğine kârip olursa,salâtın cevazını, imam Muhammed Hazretleri müstahsen görmüştür.

Dâbbe üzerinde salât mesaili, âtidedir.

(48) Malûmdur ki, bunlar bizce, abdesti bozan şeylerdir.

(49) Kerahetin, burada ve âtîdeki itlâkından zahir olan, tahrimiyye olmasıdır.

(50) Malûmdur ki, bunlardan biri, Şâfii mezhebinde abdesti bozar, diğeri denamazın sıhhatine mânidir.

(51) Bâzılar, caiz olmaz, dediler. Çünkü, imam - agâh olsa - o namazın butlanıreyinde bulunur. Muktedînin, namazı da ona tebean bâtıl olur. Esah olan da budur.Vechi budur ki, muktedi - kendi mezhebince - imanın o namazı, caiz olmak reyindedir. Onun hakkında muteber olan dahi, kendi reyidir. Binaenaleyh, mezkûr namazıncevazına kail olmak lâzım gelir.

(52) Amma muktedînin mezhebini taklit etmiş ise, ikisinin itikadı birleşmiş olmakla, onda kelâm yoktur.

(53) Muhaşşî der ki, evlâ olan haml lâfzını kaldırmak (yâni namazın slhhatiiçin, bir vecih olamaz demek) tir.

(54) İbni Âbidinin nakline göre, sahabe ve tâbiinden birçokları, hep müctehidin eimmesi oldukları halde, mezheplerinin mubâyenetiyle beraber, bir imamınarkasında namaz kılarlardı. Fetâvâyi - hayriyyede, Şâfiîden naklen: Muvafık mümkün iken, muhalife iktida, mekruh olmakla beraber, infiratdan efdâldir. Bu suretlede cemaatin fazileti, elde edilmiş olur, demiştir. Vitirde muhalife iktida etmek vakınhusulüne mâni olmakla muvafık olamaz.

(55) Riâyet için, mühim olan yerler, İbni Âbidinin tadadına göre, intikalâtta elkaldırmak ve besmelei cehr etmek gibi, onlarca sünnet ve bizce keraheti mucipolan şeyler değildir. Namazda sûreyi terk etmek veya birinci kadede tahiyyata bir şeyzammeylemek dahi mâni değil, keraheti muciptir. Istirahar celsesi, tenzîhen mekruhtur. İbni Âbidinin nakline göre, Şâfiînin Hanefîye iktidası ne ise Hanefînin dahi Şâfiiye iktidası odur. Onların bize iktidasında sıhhat, fesat ve efdâliyyetçe, nevarsa, bizim için dahi onlara iktida takdirinde, onun misli vardır, demiş ve şu lâtifbeyti söylemiştir:

Ve ene remliyyün fıkhal-hanefî Li-emrin bâde ittifâkil-alîmin

Yâni; Ben de Hanefî fıkhının remlîsiyim, iki mezhebin âlimleri ittifak ettikten sonra şüphe kalmaz. Şâfiiye imamlık edecek hanefî dahi, kadına temas hususunda abdestini yenilemelidir.

(56) Bu mesele, Dürrü Muhtârda: Yanında su olmayan abdestli, diye mukayyeden mezkûrdur. Çünkü, yanında su bulunan abdestlinin, teyemmümlü olan imamı,suya kaadir demek olmakla iktida sahih olmaz. İmamın onu bildiğini, gerek zan etmesin gerek etsin.

(57) Malûm olsun ki, teyemmümün taharetinde, bir itlâk ciheti ve bir de zaruret ciheti vardır. İtlâk ciheti: Teyemmüm, meselâ: Mustahazanın tahareti gibi olmayarak, namaz vakti ile muvakkat olmamak itibariyledir. Zaruret ciheti: Teyemmüme ancak, su bulamama zaruretine mebni, başvurulmuş olmak itibariyledir.Bunda hilâf yoktur. Hilâf ancak talîldedir. İmam Muhammed hazretleri, abdestlininmüteyemmime iktidasının caiz olamayacağını - ihtiyaten - zaruret cihetiyle tâliletmiştir. Şeyhayn hazretleri ise, bu iktidanın sıhhatini itlâk cihetiyle tâlil eylemişlerdir. Çünkü, teyemmümün tahareti dahi, bir bakıma, su ile taharet gibidir. Buihtilâf dahi müellifin zikrettiği ihtilâfa mebnidir.

(58)Zirâ, hak celle ve âlâ «Su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm ediniz» buyurmakla, iki âlet zikretmiş ve halefiyyeti onların arasında kılmıştır.

(59)Ve halbuki, taharetin birisi zarûriyye ve diğeri asliyyedir. Ve şüphe yoktur ki, asıl tahareti müştemil bulunan kimse, zarurî tahareti müştemil bulunandandaha kavidir. Bu halde abdestli - yanında su olmakla beraber - müteyemmime iktida etmiş gibi olur ki, işte bu, câiz değildir. Şeyhayn için, demek vardır ki, teyemmüm mutlak taharettir, yâni - namaz vakti ile mukayyet ve - muvakkat değildir.Bundan dolayı, hacet kaderince de mukadder olamaz.

(60) Hava aldırılmamak için bağlanmış demektir. Muhaşşî der ki, eğer akarıvarsa, özür sahibi olmakla, ona ancak, kendi gibiler veya onun eşeddi iktida edebilir.

(61) Muhaşşî der ki, yıkananla mesh edenin halleri, yekdiğere müsavidir. Cübeyreye mesh eden, meste mesh edenden evlâdır. Zira, Cübeyrenin meshi, altını yıkamagibidir. Mest öyle değildir.

(62) Bu kaydi, Muhaşşî ilâve etmekle beraber demiştir ki, kaimin kaide iktidasının slhhati, Şeyhaynin indinde olup, îmam Muhammed onlara muhaliftir ve onunkavli ihtiyata muvafıktır.

(63) Müellif, o namazın, öğle namazı olduğunu tâyinle beraber, günün, cumartesi veya pazar olduğunda, tereddütle ifadede bulunmuştur. Ve: aleyhis-salâtü vesselâm efendimizin, imam olarak kıldıkları namazın, en sonrası budur deyip, badehû Muhaşşinin tâbirince zait faide olarak: Pazartesi gün (ki, vefatları günüdür) sabah namazının ikinci rekâtını Ebû Bekr'in arkasında kıldılar ve mesbuk olarak namazı itmam buyurdular, demiştir.

Hazreti fahri risaletin oturarak imameti, sahihaynde mezkûr olan hadîsi şerifin şerhinde, beyan olunan halettir ki, Hazreti Sıddık, Hazreti fahri kâinatın emriyle, namaza geçtiklerinde, aleyhis-salâtü vesselâm efendimiz hazretleri, kendilerinde yeğnilik (hafiflik) bulmalariyle Hazreti Abbas ile Hazreti Aliye dayanarak, Hazreti Âişenin hanesinden, mescidi şerifi nebevilerine çıkıp, Hazreti Ebû Bekirin sol tarafına oturmuşlar ve namazı oturarak kıldırmışlardır. Hazreti Sıddık, kaimen, salâtı Resûlullaha ve sair zevat, salâtı Ebû Bekire iktida ve mütabeat etmişlerdir. Zeyleî der ki, İmamül-mürselîn efendimizin, Hazreti Sıddıkın sol canibine oturmaları, kendilerinin imamet ettiklerinde sarihtir ki, Hazreti Sıddıkı sağlarına almışlardır. Cemaatin namazda Ebû Bekire iktida eder olmaları, bir namazda iki imam olmak câiz olmayacağı cihetle, Hazreti Ebû Bekirin, o namazda mübellig bulunduklarını beyandır.

(64) Bu zeyleîden ilâvedir. Demek ister ki, iki nısfın istivasından ibaret olankıyanı, bunların her birinde, nısıf olarak bulunmuştur.

(65) İmam Muhammed indinde câiz olmaz. Ulemânın çoğu Şeyhayn kavlini ahzetmişlerdir. Dürrü Muhtârda: Kanbura iktida, kanburu rükû derecesinde bile olsa- alel-mutemed - sahihtir. Topala iktida dahi böyledir, demiştir.

(66) Tâlile nazaran, bunun aksi sahih olmaz, demek olacak ise de Muhaşşi derki, imâlinin îmâlıya iktidası sahihtir. Gerek her ikisi kaim, gerek kaid veya arka üstüyatar, ya da yan yatar olsunlar veyahut muhtelif durumda bulunsunlar. Aslındabunların hepsi câizdir. Temürtâşi, bunun üzerine icma olduğunu bile tashih etmiştir.Gerçi, İmam kaid, muktedi yan yatar olarak, îmâ edici olmak meselesinde şerhi-kebîrde müellif: Bunun aksi suretinde iktida sahih olamaz, deyip Zeyleî dahi muhtarolan da budur, demiştir. Lâkin, Nihirde Temürtâşîden naklen mezkûrdur ki, azharolan, onun dahi Şeyhaynin kavli üzere, caiz olmasıdır. Esahta, imam Muhammedkavli üzere dahi, caiz olmaktır. Müellifin mutlak olan sözüne münasip olan dabudur. «Bimislihî» kavlinin, ona münafatı dahi yoktur. Zira, maksut mutlak îmayanazaran olan misliyyettir.

(67) Müellif böyle demekle, şu eşkali defetmiş oldu ki, ikinci şefi'de kıraet, müteneffile farz ve muftarıza nefel iken, müteneffilin muftarıza iktidası, nasıl sahiholur? Cevap şu olmuş ki: Muktedînin namazı, iktida sebebiyle, imamın namazı hükmünü almış olur. Ve hattâ ikinci şefi'de dahi yetişse, dört rekâtı itmam lâzım gelir.Buna binaen, ikinci şefî'deki kıraet, onun hakkında dahi, nefel olur, demiştir.

(68) Maksut, nâfile kılanın iktidası bâtıl olur, demek değil, onun o namazı, teravihe mahsup olmaz, demektir.

(69) Tahrîmeden evvel geçen hades sûretine dahi şâmildir. Müellif ise: İmamınnamazının butlanı zahir oldukta, demiştir ki, butlan, in'ikadın sebkını, muktazi olmakla mezkûr sûrette şâmil olmaz.

(70) «Abdest bozdu da, abdest almadan namaza durdu» diye, şahitler şehadetetmek, yahut bir âdil kimse, onun nefsinden ihbarda bulunmak tarikiyle.

(71) Yâni imama, iade lâzım olduğu gibi, muktediye dahi iâde lâzım olur. Nitekim, âtîden anlaşılır: İmam, başka mezhepten olup da muktedi indinde, onun namazının fesadı zahir olmuş ise, muktedîye dahi, iâde lâzım olur.

(72) Çünkü, bu mânâca iâde, birincinin sıhhatini iktiza eder. Farzımız ise, onunbutlanıdır.

(73) İşte bu meselelerde, imamın namazı fâsit ve muktedinin namazı gayri fâsittir. Elgaz olunarak: Hangi namazdır o ki, imamın namazı fâsit olduğu halde,cemaatin namazı fâsit olmamış ola.

(74) Tahtavî merhum, Dürrü Muhtâr Hâşiyesinde der ki, cemaat belli olmamanın tahtında, iki sûret vardır: Biri aslâ belli olmamaktır ki, burada maksut olanodur. Diğeri kısmen belli olmamaktır. Bu takdirde, belli olanlara haber vermek lâzımdır. İhbar edildikte, cemaate, iâde etmek lâzım mıdır? Muhbir âdil ise, evet.Değilse, iâde menduptur.

   
© incemeseleler.com