(Şu hususu) bil : Namaz, bir takım mertebeler üzerine tertip olunmuştur :
Bedenin namazı, malûm olan rükünleri dosdoğru yapmaktır.
Nefsin namazı, havf ve recâ (22) haletleri arasında, sükûnet ve tevâzû ile eda edilmesidir.
Kalbin namazı, huzur ve murakabe ile kılınmasıdır.Sırrın namazı, münâcat ile; ruhun (23) namazı ise müşahede iledir.
Hafi mertebesindeki kimsenin namazı, sevinç ve (ilâhî) latifelere nail olmak suretiyledir.
Yedinci makama mahsus bir namaz tarzı yoktur. Zira o makam, vahdette fena (24) ve mahabbet-i sırfa makamıdır.
Sûrî namazın son bulması, yakînin sureti bululan ölümün zuhura gelmesi iledir.
Hak Teâlâ buyuruyor ki : وَعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَاْتِيَكَ الْيَقِينُ
Mânâsı :
«Sana ölüm gelesiye kadar Rabbine ibadet et.» (25)
Hakikatte namazın son bulması ise, fenâ-i mutlak iledir. O, Hakku'l - yakın (26) derecesidir. Bu namazlardan her biri, kendi mertebesinde şahsı kötü işlerden alıkor.
(22) Havf ve Reca : Havf, haramdan daha aşağı derecede ger'an yasak
olan şey'i islemekten sakınmaya denir. Reca, taleb olunan sevimli bir sey'in husulüne kalbin taallukudur. Bu kelime ye'sin zıddıdır. Recânın üç derecesi vardır
a) Güzel bir şeyi işleyip kabulünü ummak,
b) Bir günâhtan tevbe edip kabulünü ümid etmek,
c) Günahta devam etmekle beraber yarlığanmasını reca etmektir.
Bu sonuncuya recâ-i kâzib adı verilmektedir. Tasavvuf yolunun sâliki, hafv ve reca arasında bir yaşayış tara takib etmelidir. Süleyman-ı Dârânî Hazretleri demiştir ki : «Kulun havf ile recâ arasında bulunması gerekirse de, kalbinin dâima korku ile çarpması daha muvafıktır».
(23) Ruh : Canlılarda ve bu cinsin en kâmili bulunan insanda hayat maddesi olan ulvî unsurdur Ateşin kömüre; suyun yeşil bir filize sereyânı gibi bedenin her tarafına sâridir. Sofiyyûn, ruhu .Müdrik ve âlim olarak insanda mevcut bir lâtifedir ki ruh-ı hayvaniye râkibtir» diye tavzih etmişlerdir.
Bu manâdaki ruh, âlem-i emirden inmiş olup akıllar onun künhünü anlamaktan âcizdir.
(24) Fena : Yok olmak ve yokluk manâsına olup, tasavvuf ıstılahında eşyanın nazardan silinmesi manasınadır.
(25) Sûre-i Hicr, 99.
(26) İlmü'l - yakin, fikir ve nazardan meydana gelen ilme denilir. Aynu'l - yakin, açıkta hâsıl olan bilgiye isim olmuştur. Hakku'l - yakin, bu ikisinin birleşmesinden doğan bilgiye denilmektedir.