13. SOHBET: KALB HASTALIKLARINDAN OLAN KÜFRÜN ZIDDI İMAN HAKKINDA

 


 

 

Meali: O gün ki, ne mal fayda verir, ne de oğullar. Ancak Allah’a (küfür, nifak ve kötü ahlaktan) hâlis ve pak bir kalb ile varan müstesna. (Şuara - 88-89)

 

Küfür, küfrü gerektiren şeyler, küfrün kötülüğü ve ilacı daha önceki mevzularda geçti.

 

Küfrün zıddı imandır. İman ile hasıl olan şey de, tasdik ve itaat etmek, boyun eğmektir. İki zıt açıklığa kavuşsun diye imanın hakikatini beyan etmemiz elbette lazımdır.

Lakin sen önce şunu bil ki, mülk sahibi ve ihsan edici olan Allah’ı bilmek insan üzerine ilk icap eden ve ruhun bedenden ayrılması esnasında da son olarak istenecek olan şeydir. Belki var olmaktan asıl maksat da budur. Öyleyse, akıl sahibi her mükellefin bütün tâkatını imanı tahsil ve onu kazanmakta harcaması vaciptir. (1)

 

Hatta Fetâvâ’dan naklen Kevvâşi’de dedi ki:

Sabi bulûğ çağına erdiği zaman iman kelimeleri (hususları) nın tamamını bilse ve fakat açığa vurmasa, lakin geçim ile ilgili işlerine akıl erdiriyor, düşünebiliyorsa mürted menzilesinde olur, hanımı boş olur, anne -babasına varis olamaz.

 

 

Zahiriyye’de şöyle denildi:

 Buluğ çağına ermiş olan kadına tevhid hükümlerinden sorulduğu zaman onları tavsif edemese beyinden talâk-ı bâyin ile boş olur. Her ne kadar biz İslamın zahiri ile “nikahın sahih olmasına” hükmetsek de imanı tavsif edemeyen bâliğanın nikahının sahih olmayacağını söylediler . Nikahtan sonra bu hal üzere baliğa olsa (buluğ çağına ulaşsa) anne-babasına tebaiyyetten çıkmış olacağından nikahı kalkar.

Bu çok büyük bir belâdır, fakat insanlar bundan gafildirler.

 

Haberde varid oldu:

Şüphesiz cehaletin küfre yakınlığı gözün siyahının beyazına yakınlığından daha yakındır.

 

Öyle ise erkek evlendiği zaman hanımına yaklaşmadan önce islami esaslardan sorması icab eder. Eğer hanımı bunları tavsif edebilirse, ya da beyi hanımına anlatır da o da öğrenirse ne âlâ. Değilse hanımı talâk-ı bâyin ile boş olur.

 

Takip edilecek yol; erkeğin (İslam esaslarını) hanımına anlatması, “sen bu hal (İslam) üzere misin?” demesidir.

 

İMAN VE İSLAM BİRDİR

Şunu bil ki: İman ve İslam birdir. Bu da kalb ile tasdik, dil ile ikrardır. (2)

İkrar ya ( dilin ifadesi ile) hakikaten olur, ya da dilsiz gibi ifadeden aciz olanlar için hükmen olur. Dil ile ikrar etmek, dünyada o kişiye hükümlerin icrası (İslam muamelesi) için şarttır. Yani Nebi S.A.V.’i, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen hususların hepsinde tasdik etmek ve Allâh’ü Teâlâ’nın varlığı, namazın farziyeti, içki ve zinanın haramlığı gibi herkesin bilmesi şekliyle din (İslam)dan olduğu bilinen hususlarda tasdik etmektir.

 

 İcmâl-i iman, mesuliyetten çıkmanın sahih olmasında kafidir. Bu da şöyle söylemekledir: “Allâh’ü Tealâ’nın emrettiklerine, Peygamber Aleyhisselâm’ın getirdiklerine ve nehyettiği şeylere tasdik etmekle birlikte inandım.”

 

 Lakin ey akıllı kişi; İman-ı icmali ile yetinme. Şöyle söylemek sureti ile iman-ı tafsili ile iman et:

“Ben Allah’a, Melekleri’ne, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kadere, Hayır ve Şerrin Allah tarafından olduğuna, Cennete, Cehenneme, Kabir azabına, Münker ve Nekir’in suallerine, öldükten sonra dirilmeye, Haşr’e, Sırata, Mizana, Hesaba, Kitaba, Sevap ve Azaba ve benzeri hakikatlara iman ettim.”

Kim bu zikredilen meselelere inanır ve onların delillerini bilir ve bir tartışma anında delil göstermeye muvaffak olursa bu kişi “müstedil” dir.

Kim, bu meselelere inanır ve fakat delile muktedir olamazsa bu kişi de “mukallid”, babası, annesi ya da dışarıda herhangi bir kimseden duyup da onu taklit eden kişidir. (3)

 

Mukallidin imanı Eş’ari’nin bir sözü üzere sahih değildir. Lakin, mukallid eğer taklidinde kesin isabet ederse, Ebu Hanife, Süfyan, Malik, Evzai, Ahmed ve fıkıh, hadis ve diğer ehli sünnet alimlerinin umumunun görüşüne göre imanı sahihtir. Fakat, kendisi üzerine vacib olan istidlâli terk ettiğinden dolayı günahkar olur.

 

 Hâsıl-ı kelam; istidlâli terk edip taklit ile yetinmek her ne kadar aslında caiz ise de, bu iman zail olma (gitme) tehlikesi ile karşı karşıyadır. (4) Zira ölüm sarhoşluğunun şiddeti ve o anda şeytanın, kişinin imanını soymak üzere tasallutunun kuvveti ile aklın zayıflaması anında sırf şüphe ile bu imanın gitmesinden korkulur. (5)

 

ŞERİATTE İMANIN MUTEBER OLMASININ ŞARTLARI:

 

Bizim ( Peygamberimizin) şeriatında imanın muteber olması için bir takım şartları vardır.

1- İmanda sebat etmek ve dâimi olmak.

Eğer belirli bir zaman sonra kafir olmaya niyet ederse (o zaman gelmeden) niyet ettiği andan itibaren kafir olur.

2- İmanda azim, kesin, kararlı olmak.

Cahilliği sebebi ile tereddüt eder ve şüphe içinde olursa tasdiki gider (hükümsüz olur)

3- İtikadı, ehli sünnet vel cemaatin yani sahâbe ve tâbiinin itikadına mutâbık olmak.

4- Korku ile ümit arasında olmak. Bu da, Allah’ın azabından korkmak, sevabını da ümit etmek suretiyle olur.

5- Bulûğ anından ğarğara (can çekişme) vaktine kadar iman etmek. Zira ruh (can) boğaza geldiği zaman ahirette gideceği yeri gözü ile görür ve müşâhede eder. Bu anda yapılan iman kabul edilmez. Çünkü gideceği mekanı gördüğü anda yapılan iman, gaybe iman olmaz.

6- Tevbe kapısı kapanmadan önce iman ve tevbe etmiş olmak.

7- Zaruret olmadıkça, şeriatı tekzip ve inkar alameti sayılan şeylerin sadır olmaması. Zünnar bağlamak gibi, ki bunların tafsili önceki mevzuda geçti.

8- Müminden (bir önceki mevzuda zikredilen) küfür lafızları sadır olmamak.

Bütün bu şartları tahkik edip, onlara riayet ettikten sonra kişinin imanı sahih ve muteber olur. O zaman “ben gerçekten müminim” demesi caiz olur. Akaid kitaplarında da hüküm böyledir.

 

İMANIN ŞARTLARI

 

İman ve itikat mevzuunda tafsilat istersen özet olarak bunun asılları 6 dır.

1- İlâhiyyât

2- Melekiyyât

3- Tenziliyyât

4- Nebeviyyât

5- Takdiriyyât

6- Uhreviyyât

 

ALLAH’A İMAN

 

İmam-ı Birgivi Hazretleri’nin “Cennet Bahçeleri” isimli eserinde olduğu gibi, biz deriz ki:

Ben Allah’a iman ettim: O Allah mevcuttur, zatı için mevcûdiyeti vaciptir. Tekdir, ortağı yoktur. Ezelidir. Ebedidir. Üzerine yokluk muhaldir, düşünülemez. Hiç bir şey ona benzemez.

 

 Onun zatı ile kâim, kadim, ezeli sıfatları vardır. Bu sıfatlar sekiz tanedir, bunlara sıfat-ı sübûtiyye denir.

1- Hayat

2- İlim

3- Semi

4- Basar

5- İrâde

6- Kudret

7- Kelâm

8- Tekvin

 

Allâh’ü Teâlâ kendisine mahsus bir hayat sahibidir, bizim hayatımız gibi değil. Kendi ilmi ile bilicidir, bizim ilmimiz gibi değil. Diğer sıfatları da böyledir.

 

Sıfât-ı Zâtiyye

1 -Vücûd

2- Kıdem

3- Bekâ

4- Vahdâniyyet

5- Muhâlefetün Lilhavâdis

1- Kıyam Binefsihi

 

Allâh’ü Teâlâ cisim değildir, cevher değildir, suret ve şekil sahibi değildir, mahiyet ve keyfiyet ile vasıflanmaz, (6) mekandan münezzehtir, üzerine zaman cereyân etmez. Kâinatta her şey onun ilmi, kudreti ve iradesi iledir. Hidayeti isteyip, hidayeti dileyenlere hidayeti, dalâleti isteyip, dalâleti dileyenlere dalâleti yaratır. Ahirette cennet ehline keyfiyetsiz olarak görülür.

Allâh’ü Teâlâ ihtiyaçları giderir, duaları kabul eder. (7)

 

MELEKLERİNE İMAN:

 

Meleklerine iman ettim. Melekler nurdan yaratılmış, latif varlıklardır. Muhtelif şekiller ile teşekkül etmeye (istedikleri şekle girmeye) kâdirdirler. Erkeklik ve dişilik ile vasıflanmazlar. Keza, yeme, içme, açlık, susuzluk, üzüntü ve hastalık ile de vasıflanmazlar. Onların azıkları tesbih ve zikirdir.(8) Onlar Allâh’ü Teâlâ’nın ikram olunmuş kullarıdır. Allah’ın sözünün önüne geçmezler, hep onun emriyle hareket ederler. Göz açıp kapayıncaya kadar bir zaman dahi Allah’a isyan etmezler.

Melekler Allah ile kulları arasında elçidirler. Adetleri sayılamayacak kadar çoktur, adetlerini ancak Allah bilir. Reisleri dört (büyük) melektir. Güzellik ve heybetlerinden insanlar onları göremez.(9)

 

KİTAPLARINA İMAN:

 

Nebilere ve rasüllere indirilmiş kitaplara iman ettim. Kitapların gönderilmesinde fayda ve üstün hikmetler vardır. Bu kitapların tamamı Allah kelamıdır.

Bunlardan dört tanesi tedvin, tertip edilmiş olan kitaplardır. Tevrat Musa Aleyhisselâm’a, Zebur Davud Aleyhisselâm’a, İncil İsa Aleyhisselâm’a, Kur’an-ı Kerim de bizim peygamberimiz Muhammed A.S’a indirilmiştir. Bu kitapların nazmında hiç bir meleğin ve peygamberin tasarrufu yoktur.

Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelâmıdır ve mahlûk değildir. Kim, onun insan kelamı olduğunu zanneder ve böyle inanırsa kafir olur.

 

Bu kitaplardan başka 100 sahife vardır.

10 Sahife Adem Aleyhisselâm’a

50 Sahife Şit Aleyhisselâm’a

30 Sahife İdris Aleyhisselâm’a

10 Sahife İbrahim Aleyhisselâm’a gönderilmiştir.

 

PEYGAMBERLERİNE İMAN:

 

Allâh’ü Teâlâ’nın insanlardan (seçmiş olduğu) peygamberleri vardır. Onları insanlara fazilet ve rahmet, müjdeleyici ve korkutucu, din ve dünya işlerinde muhtaç oldukları şeyleri açıklayıcı olarak göndermiştir.

Peygamberlerin tamamı, getirmiş oldukları şeylerde sâdıktırlar. Günah işlemekten muhafaza edilmişlerdir. Vahiy ve mucize ile te’yid edilmiş (kuvvetlendirilmiş) lerdir. Peygamberlerin adedini ve sayısını ancak Allâh’ü Teâlâ bilir.

 

Ayet Meali: O (peygamberlerden) kimini sana haber verdik, kimini de sana haber verip anlatmadık.(Mü’min-78)

 Kur’an-ı Kerimde isimleri zikredilen peygamberler 28 tanedir. Hepsine inanılması vaciptir. Peygamberlerden bazıları Ülü-l-azm peygamberlerdir. Bunlar; Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed Aleyhimüsselamdır.

 Kadınlardan, kölelerden ve yalancılardan peygamber olmadı. Zülkarneyn ve Lokmân’ın peygamberlikleri kat-i değildir. Bu hususta sükût etmek (susmak) evlâdır.

Peygamberlerin evveli Adem A.S, sonuncusu da Muhammed Aleyhisselâm dır. Muhammed Aleyhisselâm bütün insanlığa ve cinne gönderilmiştir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir.

 

AHİRET GÜNÜNE İMAN:

 

Ahiret günü öyle bir zamandır ki, o zaman ansızın bir sayha (sûra üfürme) ile gerçekleşir. Semâ ve arz ehli helak olur. Arz, Allah’ın dilediği bir müddet harap (viran) olarak kalır. (Hayatta) hiç bir mahluk kalmaz, hepsi ölür. Sonra Allâh’ü Teâlâ melekleri diriltir. Sonra da İsrafil Aleyhisselâm ansızın şöyle nidâ eder:

-“Ey çürümüş kemikler, parçalanmış etler, dağılmış saçlar, tüyler! Hükmün (mahkemenin) tafsili için Hazreti Allah sizin bir araya toplanmanızı istiyor.”

İsrafil Aleyhisselâm’ın bu nidâsı herkese ve her şeye ulaşır. Bedenlerin parçaları yerden ayrılır. Sonra Allâh’ü Teâlâ cesetleri (ot biter gibi) bitirecek bir yağmur gönderir. Sonra bir nefha daha üflenir. Ruhlar cesetler üzerine yayılır, dağıtılır. Mahlukat kabirlerinden kalkarlar. İşte kıyamet budur.

 

KIYAMET ALAMETLERİ

Kıyametin bir takım şartları (alametleri) vardır. Ancak o şartlar meydana geldikten sonra kıyamet kopar. Bunlar küçük ve büyük olmak üzere iki çeşittir. (10)

 

Peygamberimiz AS.’ın gönderilmesi küçük şartlardandır.

 

Büyük şartlardan bazıları:

1- Deccal

2- Güneşin batıdan doğması

3- İsa Aleyhisselâm’ın nüzû

4- Tevbe kapısının kapanması

 

KABİR:

 

Kabire berzah evi (alemi) denir. Kabirde sual vardır. Nimet ve azap vardır. Mümin ve kafir, ölen her kişi kabirde nasibine nail olur. İster kabre konulmuş olsun, isterse idam edilmiş, suda boğulmuş, hayvan yemiş ya da yanmış vb. olsun.

 

KADERE, HAYIR VE ŞERRİN ALLAH TARAFINDAN OLDUĞUNA İMAN:

 

 Kader, mahlukatı içinde Allâh’ü Teâlâ’nın bir sırrıdır. Ne bir peygamber, ne de bir melek ona vâkıf olamaz. Allâh’ü Teâlâ onun ilmini kendi tarafı ilâhisine almıştır.

Kader (meselesine) dalmak, hor ve zelil olmaya sebeptir.

 

Denildi ki: Takdir (kader mevzuu) derin bir mevzudur. Kim ona dalarsa sapıtır. Zira bu, Allâh’ü Teâlâ’nın hükümlerinde münazaa ve münakaşaya götürür. Hal bu ki Allâh’ü Teâlâ işlediği şeylerden sual olunmaz.

Kadere iman; her hayır ve şerrin, tatlı ve acının, fayda ve zararın, itaat ve isyanın kullar üzerine Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmaktır. Allah’ın ilminde geçen her şey onun dilemesi ile olur.

 

Ayet Meali: Her şeyi yarattı da ona bir nizam verdi, onun mukadderatını tayin buyurdu. (Furkan-2)

 

Hadis-i Şerif: Allah c.c semâvât ve arzı yaratmadan elli bin sene evvel mahlûkâtın kaderini tayin buyurdu.

 

Allah’ın arşı (yer ve gökleri yaratmadan önce) su üzerindeydi.

 

Kadere iman eden kederden emin olur.

 

ÖLDÜKTEN SONRA BA’S (DİRİLMEYE) İMAN:

 

Ba’s, asıl bedenlere ruhların iadesidir. Bu, ister ayrılmış olan parçaların bir araya toplanması, isterse yok olduktan sonra (tekrar) icat etme, yaratma suretiyle olsun. Kelam kitaplarında tafsilatlı olarak tahkik edildiği üzere...

 

Ba’s aklen ve naklen sabittir.

 

Ayet Meali: (Ey Rasülüm), de ki: “ Onları ilk defa yaratan diriltir.”(Yasin-79)

 

Ayet Meali: Mahlukatı ilkin yaratıp sonra (kıyamette) onu diriltecek olan Odur, ki bu (öldükten sonra diriltme, ilk yaratıştan) O’na daha kolaydır. (Rum-27)

 

Ba’s, kıyamet günü, (dünyada) yapılan işlere karşılık vermek içindir. Zira dünya imtihan yeri, ahiret de ceza (karşılık) yeridir. Bu da, ya Cennet ile sevap, ya da Cehennem ile azaptır.

Ehli yaratılmadan önce Cennet ve Cehennem yaratılmıştır ve şu anda mevcutturlar.

Cennet ve Cehennemden evvel amellerin arz edilmesi, hesap, (amel) defterlerinin okunması, Allâh’ü Teâlâ’nın kıyamette bizim Peygamberimize ikram ettiği Havz-ı Kevser, Mizan, Sırat vardır.

 

Ayet Meali: İçinizden hiç biri istisna edilmemek üzere cehenneme uğrayacaktır. (Meryem-71) (11)

 

Sırat cehennemin üzerine uzatılmış bir köprüdür. Kıldan ince, kılıçtan keskindir.

Ba’s hallerinden zikredilen hususların hepsi malumdur, onlara inanmak vaciptir. Keyfiyeti (şekli, nasıl olacağı) ise meçhuldür. Çünkü bu dünyada onlara muttali olmak, vakıf olmak mümkün olmaz.

Peygamberlerin asi (ümmetlerine), alimler ve şehitlerin de büyük günah sahipleri ve diğer isyankâr dostlarına şefaat edecekleri ayetler ve rivayetler ile sabittir.

Tevbe ile ya da tevbesiz olarak büyük günahın af edilmesi, küçük günahtan dolayı da azap edilmesi caizdir.

 

Ayet Meali: Kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükafatını görecek, kim de, zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.(Zilzal-7-8)

 

Allâh’ü Teâlâ hakimlerin hakimi, hesaba çekenlerin en çabuk olanıdır.

Büyük günah sahiplerinden iman üzere ölenler cehennemde ebedi olarak kalmazlar.

 

Allah’ım, bizi cehennem azabından koru.

 

 

 

DUA:

 

Allah’ım! Bizi itaate muvaffakiyet, isyandan uzaklaşma, sadık niyet, istikamet ve hidayeti anlama ile rızıklandır. Lisanlarımızı doğru ve hikmetli (sözlerle) doldur. Kalbimizi ilim ve marifet ile doldur. Karnımızı (midelerimizi) haram ve şüpheli olan şeylerden temizle. Ellerimizi zulüm ve hırsızlıktan men et (alıkoy). Gözlerimizi fücûr ve hıyânete yumdur. Kulaklarımızı gıybet ve batıl sözlere tıka. Alimlerimize züht ve nasihati, dinleyenlere onlara tabi olmak ve öğüt almayı, Müslümanların hastalarına şifa ve afiyeti, yaşlılarımıza vakar (ağırbaşlılık) ve sekinet (güven)i, gençlerimize inâbe ve tevbeyi, kadınlarımıza hayâ ve iffeti, zenginlerimize tevâzû ve bolluğu, fakirlerimize sabır ve kanaati, idarecilerimize adalet ve şefkati, askerlerimize nusret ve üstünlüğü, ahâliye insaf ve itaati ihsan eyle, hacıların da azık ve nafakasını arttır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İMAN -II

 

Hazreti Enes R.A’ dan;

Rasülüllah S.A.V. buyurdular: Allâh’ü Teâlâ’nın (meleklerinden) bir melek vardır. Onun biri doğuda diğeri batıda iki kanadı vardır. Bir kul severek benim üzerime salavât-ı şerife okuduğu zaman melek suya dalar, sonra silkinir. Allâh’ü Teâlâ melekten damlayan her damladan bir melek yarattır. Bu melek (ler) bana salavât okuyan kişiye kıyamete kadar istiğfar eder.(Sinaniye)

 

Allahım! Kalblerin tabibi ve devası, bedenlerin âfiyet ve şifası, gözlerin nur ve ziyası olan efendimiz Muhammed Aleyhisselâm’a, onun âli ve ashabına salat, selam ve ihsan eyle.

 

Güvenilir bazı kişilerden nakledildi: Bu salavâtı şerife ile peygamberimiz üzerine salavât okumaya devam eden kişi hasta olmaz ve âfetlerden de kurtulur.

 

(1)

İNSAN VE CİNLERİN YARATILMASININ SEBEBİ

 

Ayet Meali: Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat-56)

 Yani ibadet etmeye götürecek bir anlayış ile beni anlasınlar diye yarattım.

 

 Haberde rivayet edildi: Davut Aleyhisselâm Rabbi Teâlâ’dan âlem ve âdemi yaratma sebebini sordu. Allâh’ü Teâlâ buyurdu ki:

- Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murad ettim. Bilinmek için mahlukatı yarattım.

 

 Allah onları sever; onlar da Allah’ı severler (Maide-54) ayet-i kerimesi bu gizli sırra işaret etmektedir. Eğer sen de Allah’ı seven bir ârif isen bundan gafil olma. Çünkü seven kimseye uykunun her çeşidi haramdır. Zira Allah âşığı hevâ denizinde boğulmuş, aşk ateşinde yanmıştır. Mevzu incedir. Bu makamda bundan daha fazlasına tahammül edilemez.

 

(1)

HER MÜKELLEFİN ALLAH’I BİLMESİ FARZI AYINDIR

 

Hasıl-ı kelam: Her mükellefin Allâh’ü Teâlâ’yı bilmesi, idrak etmesi farz-ı ayındır.

 

Bazıları dedi ki: İmanın vücûbunun şartı ve sebebi mümeyyiz (ayırt edici) akıldır. Ebu Mansur-i Maturidi’ye göre baliğ olmanın bu hususta tesiri yoktur. Ebu-l Hasan-il Eş’ariye göre de; hem akıl, hem de baliğ olmaktır.

 

Emâli şerhinde; akıl ve bulûğ ile beraber marifetüllahın vücubunda cehalet özürdür diyor. Ebu Hanife buna muhalefet ediyor.

 

Bize göre de, bulûğ çağına ermiş kâmil bir akıl sahibinin, yaratıcısı üzerine delalet eden süfli ve ulvi âlemleri (yeri göğü) yaratan yaratıcısını bilmemesi özür değildir, bu kişi mazur sayılmaz.

 

Ayet Meali: Göklerde ve yerde (Allah’ın birliğine, kudret ve azametine delalet eden) ne kadar alamet var ki, insanlar üzerlerinden geçer de, bunlardan ibret almayıp yüz çevirirler.(Yusuf-105)

 

Mevâkıf’tan: Alem hâdistir (sonradan yaratılmıştır.) Bedihi bir akıl ile müşahede ettiğin gibi elbette onun bir yaratıcısı vardır. Kim, yeni ve yüksek bir bina görürse elbette onun bir ustası olduğuna hükmeder.

 

Bir Arabi diyor ki: Deve pisliği deveye, merkep tersi merkebe, ayak izleri de yolcuya delalet eder. Yıldızlarla dolu gökyüzü, geniş ve büyük yer yüzü, dalgalanan deniz ve okyanuslar Hâkim ve Kâdir olan yaratıcıya delalet etmez mi?

 

Beyit:

Kainatta hareket eden ya da etmeyen (duran) her şeyde Allah’ın (varlığına) şahitlik eden (alametler) vardır.

 

Cinniler, insanlar ve melekler alemlerdeki bir zerreyi hareket ettirmek veya durdurmak için bir araya gelseler elbette bundan aciz kalırlardı.

 

Beyit:

Yeryüzünün nebâtâtına (otlarına), Melik (olan Cenab-ı Hakk)’ın yarattığı şeylerin eserlerine, alametlerine bak ve düşün.

 

Şair Nabi Rahmetullahi Aleyh diyor ki:

 Vücûd-u kâinât esrârı hakkı bî dehen söyler,

Sivâd-u mümkinât âsâr-ı sun’ı bî sahan söyler,

Senin köşkte istîdat yok idrâkine yoksa,

Lübbi cüdâ kemâli sun’i her birin semen söyler.

 

İmam-ı Şafii Rahimehullaha soruldu: Yaratıcının varlığına delilin nedir? Cevaben buyurdu ki:

-“Dut yaprağıdır. Tadı, rengi, kokusu ve özelliği birdir (aynı dut yaprağı). İpek böceği yer, ondan ibrişim ipek çıkar (olur), arı yer bal çıkar, koyun yer gübre çıkar, ceylan yer , torbasında misk oluşur ve toplanır. Tabiatı, özelliği aynı olan bir şeyden bunları kim yapıyor (yaratıyor)?”

Yani bunları yaratan bir yaratıcı vardır. Onu bilmek vaciptir. Bilmemenin mazereti yoktur.

 

Hasılı Kelam; akıl ve nakil, yaratıcının varlığına kesin olarak delalet eder. Bunun içindir ki ; Peygamberler yaratıcıyı ispat için değil, tevhit için gönderilmiştir. İnsanlar birden fazla İlâh olduğunu söylemek retiyle küfrettiler.

 

Hazreti Ali Radıyallâhü Anh’dan:

Ey oğulcağızım, şunu bil ki; eğer senin rabbinin ortağı olsa idi elbette onların da elçileri, peygamberleri sana gelirdi ve elbette onların da mülkünün, idaresinin eserlerini görürdün. Lakin senin rabbin bir olan Allah’tır.

 

Bazılarına soruldu:

Alemin yaratıcının bir olduğuna delilin nedir? Cevaben; üç şeydir dediler:

1- Lebibin (akıllı kişi) hor ve hakir olması

2- Edip’in (okumuş, kültürlü kişi) fakir olması

3- Doktorun hasta olması

İsterse doktor, zamanının Eflatun’u ya da Calmos’u olsun.

 

Şu nasihat ne güzeldir:

 

Uyan ey mağrur, gecikmeden tevbe et,

Kârun da olsan ölüm yakında sana da gelir.

Aristotales ateşler içinde felç olarak öldü,

Eflatun Birsam’dan, Calinos da karın ağrısından öldü.

 

HİKAYE

 

Hikaye edildiğine göre Calinos vefat edeceği zaman arkadaşlarına fındığa benzer iki tane yuvarlak ve yassı cisim verdi ve dedi ki:

-“Ben öldükten sonra bunlardan birisini demircilerin iş yaptığı demirin üzerine, diğerini de içi su dolu bir kuyuya koyun, sonra da bunları kırın.” Vasiyet ettiği gibi yaptılar. Demir eridi (gitti), ondan hiç bir şey bulamadılar. Kuyu da dondu ve hiç bir kaba ihtiyaç olmadan havaya yükseldi, çıktı. Bunun üzerine hekimler şöyle dedi:

-“Calinos bu hareketiyle şunu demek istedi:

“-Her ne kadar ben cesetlerin sulbünü (zürriyetini) eritmeye ve suyu tabii akışından yukarı çıkarmaya muktedir isem de ölüme ilaç ve çare bulamadım.” (Ruhul Beyan)

 

(2)

 İMAN; KALB İLE TASDİK, DİL İLE İKRARDIR

 

İmam-ı Şafii; “İman kalb ile tasdik, dil ile ikrar, erkânı ile de amel etmektir.” dedi. Doğru olan; erkânı ile amel etmek imanın hakikatine dahil değildir, ancak kemali için şarttır.

 

Peygamberimiz’in “Haya imandandır”, “Vatan sevgisi imandandır” gibi imandan olduğunu ifade olduğunu buyurduğu şeyler “İmanın izzetinden, şerefinden, kemalinden ya da şubelerindendir” demektir.

 

Hadis-i şerif: İman yetmiş küsur şubedir. Bunların en faziletlisi La İlâhe illallah kelime-i şahadeti, en aşağı (derecede) olanı da yoldan ezâ veren bir şeyi kaldırmaktır.

 

(4)

 AKILLI KİŞİNİN ALEMLERE BAKMASI LAZIMDIR

 

Akıllı kişinin, Sâni (yaratıcı) Teâlâ ’yı marifet hususunda (alemlere) bakması ve delil çıkarması elbette lazımdır, isterse dağların tepesinde olsun.

 

 Davet kendisine ulaşmayan kişi fetret (iki Peygamber arasında olan zamanda ölse, Bâri Teâlâ ’yı bilmeye taalluk eden hususlarda mazur sayılmasa da şeriat hükümlerinde mazur sayılır. (Haşiye Ale-l Akaid)

 

Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh’den:

Allâh’ü Teâlâ Peygamber göndermemiş olsaydı halkın enfüsî ve âfâki delillere dayanarak akılları ile Cenab-ı Hakkı bilmeleri vacip olurdu.

 

Allâh’ü Teâlâ İbrahim A.S’dan hikaye ederek şöyle buyurdu:

 

 “Vakta ki İbrahim’in üzerini gece bürüdü” karanlık ortalığı örttü, “bir yıldız gördü”. Zühre (Venüs gezegeni) veya müşteri yıldızı (Jüpiter gezegenini) görüverdi: “- İşte benim Rabbim budur dedi.” Bu söz istidlâl ve (alametlere), veya semanın ufkunun genişliğine bakarak ve teslimiyet yolu üzeredir. Zaten İbrahim Aleyhisselâm bu sözü bulûğ çağına yeni ulaştığı ilk zamanlarda söylemişti. “Derken yıldız batıverince” kaybolunca: “Ben öyle batanları sevmem dedi.” Çünkü intikal ve kaybolma, imkan ve hâdis (sonradan) olmayı gerektirir. Bu ise İlâh olmaya manidir. Hazreti İbrahim’in babası ve kavmi putlara ve yıldızlara tapıyordu. O da nazar, müşahede ve deliller yolu ile onların dalâlette olduklarını tenbih ve hak yola irşat etmeyi murat etmişti.

“Sonra ayı doğarken görünce” doğmaya başladığını görünce aynı mana ile “bu benim rabbim ha” dedi. Fakat o da batıp kaybolunca: “Yemin ederim ki eğer rabbim bana hidayet etmemiş olsaydı muhakkak sapık kavimden olurdum dedi.” Böylece başka türlü değil, ancak Allah’ın tevhidi ile hak yola, hidayete ulaşılabileceğini ifade etmeyi murad ediyordu. Ayrıca burada da Ay’ın değişikliğe uğradığı için İlâh olmaya salih olmadığını tenbih vardır.

“Daha sonra, güneşi doğar halde görünce: Bu benim rabbim ha... bu gördüklerimden daha büyük, dedi. O da batıp kaybolunca: Ey kavmim, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım, dedi.” Yani bir yaratıcıya muhtaç olan yaratılmış cisimlerden uzağım, dedi. (Beyzâvi’den özet)

 

Böylece akıllı her kişinin âleme nazar etmesi, bakması lazımdır. Delili terk etmesi halinde her ne kadar imanı sahih olsa da günahkar olur.

 

(3)

TAKLİDİ İMANA İTİBAR EDİLMEZ

 

Necmeddin’i Kübra’dan:

Taklidi imana itibar edilmez. Zira taklid edilenin yokluğunda taklid eden imanını değiştirebilir (imanından vazgeçebilir.)

Mesela bir kimsenin imanı babasını, hocasını ya da beldesinden birisini taklit suretiyle olmuş olsa ve iman kalbine girmemiş, göğsü de islamın nuruna açılmamış ise ölüm ile taklit edilenlerden ayrıldığında Münker ve Nekir’in; Rabbin kimdir ? sualine cevap vermekten aciz olur, “Ah bilmiyorum” der. Sual melekleri “Şu zat (Peygamber) hakkında ne dersin?” dedikleri zaman, “Ah bilmiyorum, ben onun hakkında insanlar ne diyorsa onu söylüyordum” der. Melekler de ona derler ki: “Anlamadın, okumadın.”

 

Ebu Hanife’ye: “İmanın gitmesinden en çok korkulan günah hangisidir” diye soruldu. Cevaben buyurdu ki:

-“Allâh’ü Teâlâ hakkında şüphe etmek, son (nefeste imansız gitmek) ten korkmamak, kullara zulüm etmek.”

 

(5)

Mü’minin imanını soymak şeytanın son arzusudur.

 Zira bu, Şeytan-ı Aleyhillane’nin son fırsatıdır. Ondan sonra bunu telafi edemeyecektir.

 

Tezkire tül Kurtubi’de diyor ki:

Ruhun çıkışı (ölüm) anında Şeytan Aleyhillane kişinin sağ tarafından (babası suretinde) gelir. Yahudi dinini güzel gösterir. Babalık şefkati izhar eder ve Yahudiliği kabul etmesini ister. Eğer muvaffak olamazsa başka bir şeytan sol tarafından annesi suretinde gelir. Nasârâ dinini (Hıristiyanlığı) güzel gösterir ve bir önceki gibi hareket eder.

 

Yine rivayete göre şeytan elinde bir bardak soğuk su ile gelir ve:

-“Eğer küfrü gerektiren bir şey söylersen bu suyu sana veririm” der. İmanını deliller ile sağlamlaştıran ve salih ameller ile koruyan kişiyi Hazreti Allah kavli sabit (iman) üzere sabit kılar.

 

İMANIN KORUYUCU KALELERİ

 

İmanın beş tane koruyucu kalesi vardır.

1- Yakîn

2- İhlas

3- Farzları eda etmek

4- Sünnetleri tamamlamak

5- Edeplere riayet etmek

 

İman öyle bir nurdur ki; dünyada onunla hidayete erilir, küfür ve dalaletin karanlığından kurtulunur. Ahirette de kabir, mahşer ve sıratın karanlığından kurtulmak mümkün olur.

 

Ayet Meali: Mümin erkeklerle mümin kadınları, önlerinden ve sağlarından nurları koşarken gördüğün gün: “ Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacağınız cennetlerdir” denilir. İşte büyük kurtuluş budur. Münafık erkeklerle, münafık kadınlar, müminlere: “Bizi bekleyin, nurunuzdan faydalanalım” dedikleri gün, onlara: “ Ardınıza dönüp de ışık arayın, (zira sizin imanınızı yolda iki hırsız, nefis ve şeytan hücum edip baskın yaparak aldı)” denilir. Nihayet onların arasına, kapısının içinde rahmet, dışında azap olan bir sur çekilir. ( Hadid 12-13 )

 

 

 

 

DİN VE MİLLET

 

Din ve millet birdir, aynı şeylerdir. Bu da; Peygamber(S.A.V)’in Allah (CC) tarafından getirip bize tebliğ ettiği hükümlerdir.

 

Bu hükümler iki kısımdır:

 

A-İtikad (inanç)’a ait hususlar.

Bunun icmali asılları da altıdır.

1-İlâhiyyât

2-Melekiyyât

3-Tenziliyyât

4-Nebeviyyât

5-Takdiriyyât

6-Uhreviyyât

Bu altı şeye Din-i İslam ve Millet-i Hanefiyye denir.

 

B-Amele ait hususlar:

Bunlar da;

1-  Farzlar

2-  Vacipler

3-  Sünnetler

4-  Menduplar

5-  Mubahlar

6-  Mekruhlar

7-  Haramlar

Bu yedi şeye de Şeriat-ı Ğarrâ denir.

Her kim icmâlen bu şeylere iman ederse imanı sahih olur ve küfürden kurtulur. (Birgivi, Kadı zade şerhi)

 

(6)

ALLAH’IN ZATI HAKKINDA DÜŞÜNCE CAİZ DEĞİLDİR

 

Allâh’ü Teâlâ’nın zatı hakkında tefekkür (düşünmek) nehyedildi.

 

Hadisi-i Şerif Meali: Allah’ın nimetleri hususunda (her şeyi) tefekkür edin Yalnız Allah’ın zatını tefekkür etmeyin. Zira Allah’ın zatından bahsetmek şirke götürür.

 

Denildi ki:

Anlamaktan aciz olduğunu ifade, anlayıştır,

 Allah’ın zatının künhünden bahsetmek de şirktir.

 

Denildi ki:

 Senin kalbine gelen her şey var ya, işte Allah onların gayrisidir.

 

Allâh’ü Teâlâ birdir, doğurmadı, doğurulmadı. Hiçbir şey de ona denk ve benzer olmadı. Onun müşaviri, yardımcısı, müsteşarı ve veziri de yoktur.

 

(7)

DUANIN EHEMMİYETİ

 

Emali’den beyt:

 Duaların apaçık tesiri vardır,

 Fakat bunu dalâlet ehli kabul etmiyor.

 

 Dalâlet ehli yani Mu’tezile duanın tesirini kabul etmiyor. Şöyle ki; “Kul için ancak çalışıp kazandığı vardır” diyor.

 

Ayet Meali: Rabbiniz buyurdu ki: “- Bana dua edin, size karşılığını vereyim. Bana ibadet etmekten büyüklenip yüz çevirenler, muhakkak ki küçülmüş olarak cehenneme gideceklerdir.(Mü’min-60)

 

Ayet Meali: (Ey Rasülüm) kullarım sana benden sordularsa, muhakkak ki ben çok yakınımdır, bana dua edince, dua edenin duasını kabul ederim. O halde benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola ulaşmış olsunlar. (Bakara-186)

 

Duaya icabet edileceği Allah tarafından verilmiş doğru bir sözdür. Allâh’ü Teâlâ sözünden dönmez. Lakin icabet etmek ve ihtiyacı gidermek; istenilen şeyi vermekten ibarettir. Bu da bazen hemen, bazen bir zaman sonra olur, bazen ahirette olur, bazen de dua ettiğinin dışındaki bir şey kendisi için daha hayırlı olur.

 

Hadis-i Şerif : Dua, inenden de inmeyenden de faydalıdır. (Yani dua nerede olsa yetişir ve iş görür.) (Ramuz-207)

 

Ravza’dan: Duada hoş nükteler ve şerefli manalar vardır:

 

1-  Allah’ın varlığına delalet etmesi. Zira olmayan bir zata dua edilmez.

2-  Allah’ın zenginliği. Zira fakir olan bir zattan istenilmez. Çünkü cömertlik varlıkla olur. (Olmayan şeyle nasıl cömertlik yapabilirsin)

3-Allah’ın işitmesi. Zira sağıra, işitmeyene çağırılmaz.

4-Allah’ın kerem sahibi olması. Zira cimriden istenilmez.

5-Allah’ın rahmeti. Zira kalbi katı olandan istenilmez.

 -Hayrı, yüzü güzel olanların yanında isteyiniz.

6-  Allah’ın kudreti. Zira aciz olandan istenilmez.

 

Aliyyül Kari yukarıdaki (Emali’deki) beyti şerh ederek der ki:

-“Dirilerin ölüler hakkında yaptığı dualarda, onların günahlarının afvı, azabın kaldırılması ve derecelerinin yükseltilmesi hususunda ölüler için çok açık tesir vardır.”

 

Ayet Meali: (Ey Rasülüm), şunu bil ki, Allah’tan başka hiç bir İlâh yoktur. Bir de kendi günahına ve mümin erkek ve mümin kadınlara mağfiret dile. Allah (dünyada) dolaştığınız yeri bilir, (ahirette) duracağınız yeri de... (Muhammed-19)

 

KAFİRİN DUASINA İCABET

 

Kafirin duasına icabete gelince; onun dünya ile ilgili yaptığı dua bazen kabul edilebilir.

 

Hadis Meali: Kafir de olsa mazlumun bedduasından sakının. Zira o bedduanın (ulaşmasına mani olacak) bir perde yoktur. (Ramuz-1/14)

 

Hatta Allâh’ü Teâlâ az da olsa şeytanın duasını dahi kabul etmiştir. Şöyle ki, İblis; “Rabbim, öyle ise insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne (kıyamete) kadar bana mühlet ver.” dedi. Allah buyurdu ki; “sen mühlet verilenlerdensin, Allah tarafından bilinen bir vaktin gününe kadar.” (Hicir-36-38)

 

 

 

(8)

Allah’ü Teala Meleklere akıl verdi, şehvet vermedi. Onun içindir ki melekler Allah’a isyan etmezler ve ibadetten de usanmazlar. Hayvanlara da şehvet verdi, akıl vermedi. İnsan oğluna ise hem akıl, hem de şehvet verdi. İnsanlardan kimin aklı şehvet hislerine galip gelirse melekleşir. Kimin de şehveti aklına galip olursa o kimse hayvanların mertebesinde, hatta onlardan daha aşağıda olur. (Aliyyül Kari’den)

 

(9)

MELEKLERİN ADEDİ VE ÇEŞİTLERİ ÇOKTUR

 

Meleklerin adedi sayılmayacak kadar çoktur.

 Onların bir kısmı birtakım vazifeleri yapmak için vazifelendirilmişlerdir. Şöyle ki;

a) Mukarrabûn melekleri

b) Arşı yüklenen melekler

c) Yedi kat semada bulunanlar

d) Cennet ve Cehennem bekçileri

e)  İnsanların işleri üzerine memur hafaza melekeleri

f)  Denizler, dağlar, bulutlar yağmur gibi hususlarla vazifeli melekler

g)  Ana rahminde ceninin teşekkülü, suret verilmesi, cesetlere ruhların üflenmesi ile vazifeli melekler

h) Nebatatın yaratılması ile vazifeli melekler

i) Bulutların hareketi ile vazifeli melekler

j) Gezegen ve yıldızların hareketi ile vazifeli melekler

k)  Okuduğumuz salavâtı şerifeyi Peygamberimize ulaştırmakla vazifeli melekler

l) Namazgâhta namaz vaktini bekleyen ve dua eden melekler

m) Kocasının yatağından kaçan kadınlara lanet edici melekler

n) Cuma günü insanların sevabını yazmakla vazifeli melekler

o)  Namaz kılanların okuduklarına amin diyen melekler vb.

(Sinaniye)

 

Abdullah bin Ömer’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:

Allah mahlûkatı on parçaya ayırdı. Bunlardan melekleri dokuz parça, diğer mahlûkatı da bir parça kıldı.

 

Yine meleklerin çokluğunu ifade mahiyetinde şöyle denildi:

 

İnsanoğlu cinnilerin onda biridir. İnsan ve cin tâifesi kara hayvanlarının onda biridir. İnsan, cin ve kara hayvanları kuşların onda biridir. Bunların tamamı deniz hayvanlarının onda biridir. Bunların tamamı birinci kat semâdaki meleklerin onda biridir. Bunların tamamı ikinci kat semâdaki meleklerin onda biridir. Yedinci kat semâya, hatta dokuza kadar bu minval üzere çoğalarak gider.

Askerlerinin adedini ancak kendisi bilen Allah’ı tesbih ederim.

 

(10)

KIYAMET ALAMETLERİ

 

Kıyamet üç çeşittir.

1-Küçük Kıyamet: Şahsın ölümüdür.  

-Ölen kimsenin kıyameti kopmuştur.

 

2-Orta Kıyamet: Bir asırdaki insanların, kavimlerin ölmesidir.

 

 3-Büyük Kıyamet: Bu mevzuda kendisinden bahsedilen kıyamettir. Bu kıyametten evvel meydana gelecek bir takım alametler ve işaretler vardır.

 

Bunlardan bazıları: 

a-  Cemel vak’ası

b-  Sıffiyn vak’ası

c-  Kerbela vak’ası

d-  İbn-i Zübeyr’in öldürülmesi

e-  Kabe’ye mancınıkla taş vb. atılması

f-  Bidatçilerin meydana çıkması

g-  Yalancıların meydana çıkması

h-  Deccallerin meydana çıkması

i-  Malın çoğalması

j-  Ay ve güneş tutulmalarının çoğalması

k-  Zelzelelerin vb. afetlerin çoğalması.

 

Bunların dışında Peygamber Efendimizin kıyamet alameti olarak haber verdiği alametlerin zuhûru.

 

Hadisi Şerif: Hazreti Enes R.A’dan rivayet edildi:

Rasülüllah S.A.V buyurdular ki: İlmin kalkması, cehaletin ortaya çıkması, içki içilmesi ve zinanın açığa çıkması kıyamet alametlerindendir.

 

İlmin kalkması, alimlerin ölümü ve öğrenenlerin de bulunmaması iledir. İnsanlar arsında ilim adamları kalmadığı zaman onlar cahilleri önder edinirler. Meselelerini bu cahillere sorarlar. Onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Böylece hem kendilerini, hem de insanları dalâlete sürüklerler.

Alimlerin ölümü dini hususlarda bir noksanlıktır.

 

Ayet Meali: Bizim emrimiz yerine gelip de etrafından onu noksanlaştırdığımızı görmüyorlar mı? Allah öyle hükmeder ki, Onun hükmünü takip edip bozacak yoktur. O, hesabı çabuk görür.   (Ra’d-41)

Bu ayet-i kerimedeki noksanlaştırma bazı alimlere göre alimlerin ve fakihlerin ölümü ile olur.

 

İbn-i Mesud’dan:

Alimlerin ölümü İslam kalesinde açılan bir gediktir ki gece-gündüz yer değiştirdiği (dünya devam ettiği) müddetçe bu gediği hiç bir şey kapatamaz.

Erkeklerin azalması ve kadınların çoğalması da kıyamet alametlerindendir. Hatta hadisi şerifte bildirildiği üzere elli kadına bir erkek düşer.

 

 Huzeyfe R.A’ın rivayet ettiği bir hadisi şerifte Rasülüllah A.S buyurdular ki: On alamet görülmeden kıyamet kopmaz.

1-  Duman

2-  Deccal

3-  Güneşin batıdan doğması

4-  İsa A.S’ın inmesi

5-  Ye’cüc ve Me’cücün çıkması

6-  Dabbetül Arz

7-  Meşrıkta (doğuda) yerin batması

8-  Mağribde (batıda) yerin batması

9-  Ceziretül Arab’da yerin batması

 10-Yemen tarafından çıkıp insanları mahşere toplayacak bir ateş.

 

İşte bu on alamet kıyamete yakın bir zamanda meydana gelecek olan büyük alametlerdir.

Hazreti Mehdi’nin çıkması da kıyamet alametlerindendir.

 

DECCAL’IN ÇIKMASI

 

Deccal küfür ve dalâletin kaynağıdır. İnsanlar için çok büyük bir fitnedir. Bütün peygamberler ümmetlerine onun şerrinden bahsetmiş ve korkutmuştur.

 Hatta Peygamberimiz A.S namazlarının sonunda şöyle dua ederdi: “Allah’ım, cehennem azabından, kabir azabından, deccalin fitnesinden, hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.”

 

Hadis-i Şerif: Şu ana kadar deccalden daha büyük bir fitne olmadı, kıyamete kadar da olmayacak.

 

Deccal’e Mesih de denir. Çünkü deccal şaşıdır. Mesih de bir gözü kör demektir.

İsa Aleyhisselâm’a da Mesih denir. Çünkü O afet sahibi deccali yeryüzünden siler ve onun şerrini uzaklaştırır.

 

Hadis-i Şerif: Kim deccale yetişirse onun şerrinden korunmak için Kehif Sûresinin ilk ayetlerini okusun.

 

Rivayete :

 Deccal İsa A.S’a baktığı zaman, tuzun su içinde eridiği gibi erir, kaçmaya başlar. İsa A.S ona Lüdd (Bir belde adı) kapısında yetişir ve oracıkta semadan indirdiği mızrağı ile öldürür.

İsa A.S Deccal’i öldürdükten sonra Medine’ye gider, Rasülüllah S.A.V’in kabrini ziyaret eder. Hacceder ve Medine-i Tâhire’de vefat eder, oraya defnedilir.

 

YE’CÜC ME’CÜC

 

Ye’cüc ve Me’cüc Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu Yafes’in neslindendir.

 

 

İbn-i Abbas R.A buyurdu ki: Ye’cüc ve Me’cüc, kendi neslinden bin erkeği görmedikçe ölmez. Onların bazısının boyu yüz yirmi veya yüz elli zira uzunluğundadır. Bazısının boyu bir karıştır.

Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkacağı Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler ile sabittir.

 

Kabe-i Muazzama’nın yıkılması da kıyamet alametlerindendir.

 

Hadis-i Şerif: Habeş taifesinden baldırları ince kimseler Ka’be-i Muazzama’yı yıkıp harap ederler.

 

Bu hâdise İsa A.S’ın günlerinde mi olur, yoksa ondan sonra kıyamet koparken mi? Bir rivayete göre İsa Aleyhisselâm zamanında olacaktır. Diğer bir rivayete göre de, İsa A.S’dan sonra, estiği zaman kalbinde zerre kadar iman olan kimselerin ölecek olduğu rüzgarın esmesinden sonradır. Bir rivayete göre de bütün alametler tahakkuk ettikten sonra olacaktır ki o zaman Ku’an-ı Azim de kaldırılacaktır.

 

DUHAN

 

Duhan da Kur’an ayetleri ile sabittir.

 

Ayet Meali: O halde, semânın âşikare bir duman getireceği günü gözle. (Duhan-10)

 

Duhan (duman), kıyamet kopmadan evvel meydana çıkar. Kafirlerin ve münafıkların kulaklarına girer. Onlar sarhoş gibi olurlar. Müminlere bir şey olmaz. Yalnız onlara nezle hali gibi bir hal olur. Yeryüzünün tamamı, içinde ateş yakılmış bir ev gibi olur.

 

Rivayet:

Duman yeryüzünde kırk gün kalır. Kafirler dumanın tesiri ile sarhoş gibi olurlar. Duman onların ağızlarından, burunlarından, kulaklarından, gözlerinden ve gerilerinden çıkar.

 

Peygamber efendimize indirilmiş bulunan Kur’an-ı Kerimin sahifelerden ve gönüllerden kaldırılması da kıyamet alametlerindendir.

 

 

Ebu Hüreyre R.A’ın rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyuruldu:

Allah’ın Kitabı üzerine bir gece gelir ki, insanlar gönüllerinde hiç bir ayet ve harf kalmamış, hepsi silinmiş bir halde sabahlarlar.

 

Hadis-i Şerif: Kaldırılmadan evvel Kur’an-ı Kerim’i çok okuyun.

 

Hadis-i Şerif: İbn-i Ömer R.A’dan: Kur’an-ı Kerim indirildiği yere geri dönmeden kıyamet kopmaz. Öyle ki, arı vızıltısına benzer bir vızıltı ile huzuru İlâhiye gelir. Allâh’ü Teâlâ buyurur ki: Sana ne oldu? Kur’an-ı Kerim cevaben der ki: Senin tarafından gönderildim, sana dönüyorum. İnsanlar beni okudu, fakat benim hükümlerimle amel etmedi.

 

GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASI

 

Ayet Meali: Onlar, kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden yahut rabbinin bazı (kıyamet) alametlerinin gelmesinden başka bir şey mi beklerler? Rabbinin alametlerinin bir kısmının geldiği gün, daha önce inanmamış veya imanıyla bir hayır kazanmamış olan kimseye imanı fayda vermeyecektir. De ki: “(Siz o alametlerin gelmesini) gözetleyip bekleyin, biz de gözetleyip bekliyoruz.” (En’am-158)

 

Ekseri müfessirlerin görüşüne göre bu ayetteki “Bazı alamet” tabirinden murad güneşin batıdan doğmasıdır.

 

Ebu Hüreyre R.A’ın rivayet ettiği hadisi şerifte Peygamberimiz buyurdu ki:

Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğduğunda, insanlar da bu manzarayı gördüğü zaman hepsi iman ederler. İşte o an, hiç kimseye yaptığı imanın fayda vermediği andır.

 

İbn-i Abbas R.A’dan rivayet edildi: Rasülüllah A.S. buyurdu ki:

Hazreti Allah bir tevbe kapısı yarattı. Bu kapı Allah’ın yarattığı günden itibaren Güneş ve Ay’ın batıdan doğacağı gecenin sabahına kadar açık kalır. Bu kapı kapandığı zaman hiç bir kulun tevbesi kabul edilmez ve ondan sonra yapılan hiç bir iyilik de sahibine fayda vermez.

Hadis-i Şerif:

 Cebrail A.S “kıyamet alametlerinden bana haber verir misin?” diye sordu. Peygamber efendimiz şöyle buyurdular: Köle kadının efendisini doğurması, yalın ayakların, beldenin çobanı fakir kişilerin bina yapmakta birbirleri ile yarışmalarını görmendir.

 

Yine ifade edildiği üzere kıyamet alametlerindendir ki; Köylü ve benzeri yoksul kişiler, dünya nimetleri kendilerine serilir, malları çoğalır, şehirlilerden üstün hale gelirler, binalarının sağlamlık ve yüksekliği ile övünürler. Ki ihtiyaç olmadan zaruretsiz böyle binalar yapmak kötülenmiştir.

 

Güzel söz: Örümcek evi ölecek kimseye çoktur.

 

Hadis-i Şerif: İnsanoğlu ehline nafaka olarak harcadığı her şeyden ecir kazanır. Ancak şu toprakta zayi ettiği müstesna.

 

Ebu Hüreyre R.A’ın Rasülüllah A.S’dan rivayet ettiği şu şeyler de kıyamet alametlerindendir:

Emanet mal ganimet olduğu (sayıldığı) zaman, zekat borç gibi geldiği zaman, dinin gayri şeyler (ilimler) öğrenildiği zaman, erkek hanımına itaat ettiği, annesine isyan ettiği zaman, dostuna yaklaştığı ve babasından uzaklaştığı zaman, mescidlerde (dünyaya ait lüzumsuz) konuşmalar yükseldiği zaman, kabilenin reisi fasıklardan olduğu zaman, milletin idarecisi o milletin en rezili olduğu zaman, kişiye şerrinden korkulduğu için ikramda bulunulduğu zaman, içkiler içildiği zaman, ipek elbiseler (erkekler tarafından) giyildiği zaman, bu ümmetin sonradan gelenleri önceden gelenlere lanet ettiği zaman, işte o zaman ya kıpkızıl bir rüzgar, ya zelzele, ya yere batıp yok olma, ya tersyüz olmayı bekleyin. (Tirmizi Cilt:4 sh:1.494, Bab:38)

 

(11)

SIRAT VE ŞEFAAT

 

Sırat köprüsünden geçme hususunda insanlar iman ve amellerine göre farklılık arz ederler. Onlardan kimi şimşek gibi, kimi rüzgar gibi, kimi küheylan hızı ile geçer. Kimi yürüyerek geçer. Kimi yüz üstü sürünerek geçer. Kimi yüz yılda geçer. Sırat üzerinden geçecek en son kişi bin yılda geçer.

Sırat üzerinde ayağı kayacak olanların çoğu kadınlardır. (Hadimi)

 

Hadis-i Şerif: Şefaatim ümmetimden büyük günahları olanlar içindir.

Bu hadisi şeriften anlaşılan şudur: Salih ameller işleyen itaatkar mü’min şefaate muhtaç olmaz. Çünkü, onun sermayesi vardır. Bu sermaye itaattir. İtaati ile kurtulur. İsyankar ise şefaate muhtaçtır. Zira o müflistir. Dünyada bunun misali: Sultanın yanında vezire şefaatçi olan ahmaktır. Fakir günahkara şefaatçi olan da hikmet ve edep sahibidir.

 

Hasılı kelam; Rasülüllah A.S günahkarların şefaatçisi ve alemlere rahmettir.

 

Peygamberimiz dört kişiden dördüncüsü olarak şefaat eder. Cebrail, sonra İbrahim, Sonra Musa veya İsa, daha sonra da Peygamberimizdir. Kimse Peygamberimizden daha çok kişiye şefaat edemez. Sonra Melekler, sonra Sıddıklar, sonra da şehitler şefaat ederler.

Bir rivayete göre müezzinler de şefaat edeceklerdir.

 

İbn-i Ömer’in rivayet ettiği hadisi şerifte şöyle buyuruldu: Alime “-Talebelerine şefaat et, isterse semanın yıldızları kadar çok

olsun” denilir.

 

Hadis-i Şerif: Şehit, ehli beytinden yetmiş kişiye şefaat eder. Hacı, ehli beytinden dört yüz kişiye şefaat eder. Kur’an-ı Kerim Kur’an ehline, İslam müslümanlara, Hacerül Esved de kendisini istilâm edenlere şefaat eder.

 


incemeseleler.com
 

   
© incemeseleler.com